31 Aralık 2012

Alaz

Geçen sene tam bugün, tüm seneye yayılan blog kayıtlarını bir araya getirip şöyle yazmışım:  "Senenin son kaydını, bütün bir yıl ne yaptığımdan çok ne hissettiğimi izleyebildiğim blog kayıtları arasında gezinerek noktalamak istedim. Her bir başlığın üzerine gelerek kaynağına ulaşabileceğiniz bu kayıtlar, bir dış gerçekliğe işaret etse de, her zaman kendi iç dünyamın aynası oldu. Bazen başkalarının yazdıkları, zaman zaman da kendi ifadelerim için en önemli yol gösteren öfkeydi. Görünürlüğü arttıkça, şiddeti azaldı. Yeni yıl için daha 'eğlenceli' kayıtlar yerine, henüz farkında olmadığım başka duyguları keşfetmeyi diliyorum."
Böyle de oldu. Alaz doğdu. Aylar önce onu beklerken sahaflardan topladığım bu fotoğraflar, senenin bu son gününe denk düştü. Kucağımda bir bebek, ancak kucaktan inebildiğimde gerçekleşti. 



9 Ekim 2012

Çöp


Bu fotoğrafların hepsi, Fatih Akın’ın Cennetteki Çöplük isimli belgeselinden. Akın’ın diğer filmlerinin aksine Avrupa yakasında iki, Anadolu yakasında sadece bir sinema salonunda gösterilen belgesel, Trabzon’un Çamburnu beldesinin filmdeki ifadeyle Çöpburnu’na dönüşmesini, 5 seneye yayılan çekimlerle aktarıyor. Uzun süredir sinemada film seyretmemiş ve her zaman pazar günleri ilk seansları “güvenilir” bulan biri olarak, 3 kişiyle yarattığımız kalabalığın! beni oldukça memnun ettiğini söyleyebilirim. Zira tıpkı orada yaşayan pek çok insan gibi, bizim de “izleyici” olma halimiz nihayetinde bu sayıyla sınırlı kaldı.
Belgeselin tanıdık ve kanıksanan talan ve işgal süreçlerini görüntülemesinin ötesinde, bana en çarpıcı gelen tarafı, söz konusu bölgede yaşayan insanların iktidara ilişkin yaşadığı hayal kırıklığı oldu. İktidarı elbette her türlü uzvuyla anıyorum. Benzer bir duyguyu geçen hafta 1001 Belgesel Film Festivali kapsamında gösterilen ve Erzurum Tortum’da baraj yapımına karşı çıkan “İşte Böyle” isimli belgeselde yer alan halkın sözlerinde de yaşadım. Nasıl oluyordu da “polisimiz, jandarmamız” diyerek sahiplendikleri bu “kuvvetli kollar” onlara bu denli şiddetli davranıyordu. İnanılır gibi olmayan buydu. Konuşmama cezasına çarptırılanlar, dayak yiyenler içinde, artık onları “sevmediğini” söyleyen bile vardı. Bu karşı karşıya gelmenin hayal kırıklığı, bu hisle kol kola ilerleyen çaresizlik ve hareketsizlik en belirgin duyguydu. Çamburnu'nda çöplerin depolanacağı yer gözden ırak olacak ve ayrıştırılacaktı. Fakat şimdi, bir nevi modernlik gölgesi çöp, tüketenleri taraf yapıyordu.
İzleyen ve çöp üreten olarak, pek çok duygu ve düşünceyi tetikleyen çöp, tek bir şey anlatmıyor. Öyle olunca, hem izlediklerimi sindirmek hem de çöple ilişkimi yeniden düşünmek için, John Scanlan’ın “On Garbage” isimli kitabındaki şu ifadeleri önemli buldum:
“Çöp, nesne dünyasına ilişkin bilgilerimizi bozan, silen, uymayan parçadır. Parçalanmış bilgidir. Hem sonla hem başlangıçla ilişkilidir. Bir şeyin başka bir şeye dönüştüğünü gösterir. Bir zamanlar bilinenin ve kabul edilenin, şimdi zıt ve parçalanır karmaşasını gözler önüne serer.
Çöp, doğrudan bir nesneye karşılık gelmediğinden, geleneksel sembolik göstergelerden yoksundur. Gerçek ve sembolik olan arasındaki ilişkiyi tersine çevirir. Düzeni hatırlatır ama onu yeniden yapılandırmak, düşünce sistemine tekrar oturtmak da şüpheli bir yorumdur. Tekinsizdir. Yeni değildir, eskide de kalmamıştır ama hortlatır, hatırlatır.
Hayatımızın atılabilir, kullanılmayan, işlevini yitiren parçaları... Fiziksel atıklar, parçalanmış bilgi ve bunlardan geriye kalan düşünce sistemi, sadece ruhsal olarak değil, modern insanın durumunu da göstermesi bakımından, hem toplumsal hem de kişisel tarih açısından bir zenginlik olabilir mi?”