Bu
fotoğrafların hepsi, Fatih Akın’ın Cennetteki Çöplük isimli belgeselinden.
Akın’ın diğer filmlerinin aksine Avrupa yakasında iki, Anadolu yakasında sadece bir sinema salonunda gösterilen belgesel, Trabzon’un Çamburnu beldesinin filmdeki
ifadeyle Çöpburnu’na dönüşmesini, 5 seneye yayılan çekimlerle aktarıyor. Uzun
süredir sinemada film seyretmemiş ve her zaman pazar günleri ilk seansları
“güvenilir” bulan biri olarak, 3 kişiyle yarattığımız kalabalığın! beni oldukça
memnun ettiğini söyleyebilirim. Zira tıpkı orada yaşayan pek çok insan gibi, bizim
de “izleyici” olma halimiz nihayetinde bu sayıyla sınırlı kaldı.
Belgeselin
tanıdık ve kanıksanan talan ve işgal süreçlerini görüntülemesinin ötesinde,
bana en çarpıcı gelen tarafı, söz konusu bölgede yaşayan insanların iktidara
ilişkin yaşadığı hayal kırıklığı oldu. İktidarı elbette her türlü uzvuyla
anıyorum. Benzer bir duyguyu geçen hafta 1001 Belgesel Film Festivali
kapsamında gösterilen ve Erzurum Tortum’da baraj yapımına karşı çıkan “İşte
Böyle” isimli belgeselde yer alan halkın sözlerinde de yaşadım. Nasıl oluyordu
da “polisimiz, jandarmamız” diyerek sahiplendikleri bu “kuvvetli kollar” onlara
bu denli şiddetli davranıyordu. İnanılır gibi olmayan buydu. Konuşmama cezasına
çarptırılanlar, dayak yiyenler içinde, artık onları “sevmediğini” söyleyen bile
vardı. Bu karşı karşıya gelmenin hayal kırıklığı, bu hisle kol kola ilerleyen
çaresizlik ve hareketsizlik en belirgin duyguydu. Çamburnu'nda çöplerin depolanacağı yer
gözden ırak olacak ve ayrıştırılacaktı. Fakat şimdi, bir nevi modernlik gölgesi
çöp, tüketenleri taraf yapıyordu.
İzleyen
ve çöp üreten olarak, pek çok duygu ve düşünceyi tetikleyen çöp, tek bir şey
anlatmıyor. Öyle olunca, hem izlediklerimi sindirmek hem de çöple ilişkimi
yeniden düşünmek için, John Scanlan’ın “On Garbage” isimli kitabındaki şu
ifadeleri önemli buldum:
“Çöp,
nesne dünyasına ilişkin bilgilerimizi bozan, silen, uymayan parçadır.
Parçalanmış bilgidir. Hem sonla hem başlangıçla ilişkilidir. Bir şeyin başka
bir şeye dönüştüğünü gösterir. Bir zamanlar bilinenin ve kabul edilenin, şimdi zıt
ve parçalanır karmaşasını gözler önüne serer.
Çöp,
doğrudan bir nesneye karşılık gelmediğinden, geleneksel sembolik göstergelerden
yoksundur. Gerçek ve sembolik olan arasındaki ilişkiyi tersine çevirir. Düzeni
hatırlatır ama onu yeniden yapılandırmak, düşünce sistemine tekrar oturtmak da
şüpheli bir yorumdur. Tekinsizdir. Yeni değildir, eskide de kalmamıştır ama
hortlatır, hatırlatır.
Hayatımızın
atılabilir, kullanılmayan, işlevini yitiren parçaları... Fiziksel atıklar,
parçalanmış bilgi ve bunlardan geriye kalan düşünce sistemi, sadece ruhsal
olarak değil, modern insanın durumunu da göstermesi bakımından, hem toplumsal
hem de kişisel tarih açısından bir zenginlik olabilir mi?”