“In
giving birth, a woman achieves what little boys achieved with the castration
complex: Detachment and autonomy from the maternal imago. Just as the penis
allows men to see themselves as totally separate and independent from women, so
does the protruding belly of pregnancy give women that independence from the
maternal imago.”
Lucy
Holmes, bir önceki kayıtta yer alan “The Internal Triangle: New Theories of
Female Development” isimli kitabında böyle diyordu. Holmes bu fikri, psikanalitik
tarihe bakıldığında insan ruhsallığının gelişimini erkek merkezli açıklama
girişimlerinden yola çıkarak geliştiriyordu. Ne ironikti ki, psikanaliz dünyasında
analistlerin de danışanların da genellikle kadın olmasına rağmen, kadınların
psikoseksüel gelişimi Freud’dan kalan bir mirasla hala karanlık bir kıtaydı. Zira
bu çizgiden bakıldığında kadın ruhsallığı bir eksiklikler kataloğuydu.
Yukarıda
sözü edilen fazlalığın/penisin “kazanımlarını”, ona göre tanımlanınca eksik ve
haliyle bağımlı hisseden kadının ancak gebe kaldığı ve doğurduğunda elde
edebileceğini ileri süren açıklama girişimini bir eşitleme çabası olarak
görmüyorum. Çok daha fazlasını sunduğunu düşünsem de, nihayetinde referans
noktasını bu eksikliğe göre belirliyor gibi de düşünülebilir. Holmes’in ruhsallıktan
yoksun doğum hikâyelerinin kalabalık nüfusu içinde, kişisel tecrübesinin izini
sürmesini oldukça değerli buluyorum. Aşağıdaki paragrafta yer alan
genellemelere temkinli yaklaştığımı belirterek, evin içiyle fazlasıyla
özdeşleşme halinin ve hayaletleri savmanın herkese iyi gelebilecek bir tarafı
olduğunu düşünüyorum:
“İlk çocuğum doğduğunda, kişisel analizim
devam ediyordu. 1985 yılında ikincisi dünyaya geldiğindeyse analist olma
yolunda ilerliyordum. Gebelik ve doğum deneyiminin ne kadar derin ve çarpıcı
bir tecrübe olduğunu ilkinde anlayamadım. Oldukça büyük bir hastanede,
teknolojik bir deneyimdi. Daha küçük ve aile odaklı bir merkezde, normal olarak
gerçekleşen ikinci doğum ise beni olduğumdan çok farklı bir yere taşıdı,
değiştirdi. Farklıydım. Gebelik ve doğum bir kadının hayatında önemli bir dönüm
noktasıydı. Böylece doktoramı, bu konu hakkında daha fazla neler bulabilirim
merakıyla, kadınlarla psikanalitik bir çalışma yaparak şekillendirmeye karar
verdim. Gebeliği/gebe kalamamayı problem etmiş ya da bir bebek sahibi olmakla
ilgili çatışmalı duygular yaşayan kadınları iki grupta bir araya getirdim.
Çalışmanın
başında benim için en çarpıcı olan, seans odasındaki hayaletlerdi. Evet kadınlar
oradaydı ama anne ve babaları da… Gebeliği, ‘anneleri gibi olma’ olarak tarif
edenler için bu fikir iticiyse kısırdılar. Eğer kadınlar babalarıyla annelerine
göre daha fazla özdeşleşmişlerse, bebekle ilgili çatışmalı duygular yaşıyorlardı.
Gebe olanların bebekleri de, bir yansıtma nesnesi olarak seans odasındaydı. Bu
kendiliğin bir görünümü de olabilirdi. Benlik saygısı az anne adaylarının,
bebeklerinin ‘kusurlu’ doğacağına ilişkin söylemleri artıyordu.
İçsel
nesneler olarak tarif edilebilecek ve her an bizimle birlikte olan bu hayaletler
ruhsal yapıyı yoğunlaştırıyor, nesneler dünyasındaki bu karşılaşmalar,
çarpışmalar gerginliği artırıyordu. Çalışma boyunca yaptığımız konuşmalarda, her
biri kendi özgün biçimleriyle, son derece güçlü bir şekilde içselleştirdikleri
anne ve baba nesnelerini ele alıyorlardı. Kendilerinin de bir ayağını
oluşturduğu bu üçgen, gebelik ve doğum algısını etkilediği gibi, doğumla
birlikte bir değişime uğruyordu. Doğumla birlikte bu imagolar yerini güçlü bir
kendilik algısına bırakıyordu. Bu içsel dramanın odağındaki fetus dünyaya
atıldığında, fantastik iç dünyadan dış gerçekliğe geçiş, güçlenme algısı
yaratıyordu.”
Kaydın görselleri Mary Kelly'e ait. 70'lerde, anne ve çocuk motifine başka bir açıdan yaklaşan Post-Partum Document isimli süreç odaklı çalışmasından...