Bu kayda ait fotoğraflar rastgele seçilmedi. Alt alta dizilme tercihleri de tesadüf değil. Haftasonu
Depo’da gördüğümüz “Uzayda Bir Elektrik Hasıl Oldu: 1960’larda Müzikli Türkiye”
isimli serginin bol görsel malzemesi içinden, yine söz konusu serginin aşağıda
yer alan yazılı materyali ile, benim tarafımdan zihinsel olarak eşleştirildi.
Özellikle oralet, Wikipedia’da yer alan hızlı kısa tarihinin sembolik
çağrışımları düşünüldüğünde, “tekrar üretim”, “karşılıksızlık”, “ikame” gibi, dünün ve bugünün pek çok alandaki durumuna uygun nitelikler gösterdiği için öne çıktı. Serginin
hazırlanış süreci ve içeriğine dair bilgileri internetten elde
edebilseniz bile, kendi kolajınızı yapmak için görmekte fayda var.
Wikipedia
/ Oralet: 1960'larda Eczacıbaşı’nın piyasaya sunduğu bir üründür. Kavanozlarda sadece
turuncu renkli portakal aroması olarak pazara sunulmuştur. Daha sonra
1980'li yıllarda rakip olarak Lezzo gibi başka markalar da pazara girince
Oralet pazar payını oldukça yitirmiş, 1995 yılında piyasadan çekilmiştir. 2007
yılında Eczacıbaşı grubu tekrar üretim kararı almıştır. Türkiye'de hazır gıda
tüketiminin az olduğu dönemde tam isim karşılığı bulunamamış bu nedenle
Eczacıbaşı'nın diğer bir markası Selpak gibi markası isim olmuş bir
içecektir. Piyasaya sürüldüğü dönemlerde buzdolabının yaygın olmaması nedeniyle
soğuk içme alışkanlığı gelişmediğinden, özellikle sıcak içilen, çay ve
Türk kahvesine alternatif olmuştur.
* 1960
Haziran’ında bir gazino ilanında şunlar yazıyordu: “Tepebaşı Bahçesi’nde her
akşam Zeki Müren, kahraman Türk ordusunun ve asil Türk gençliğinin hürriyet
marşı, vatan türküsü Osman Paşa tablosunu mehter refakatinde takdim etmekte
şeref duyar.”
* Darbe
sonrası, orduya ve hazineye yardım amaçlı pek çok kampanya yürütüldü; gazino ve
salonlarda ‘orduya şükran’ geceleri, ‘hazine menfaatine’ konserler düzenlendi.
Barış Manço anlatıyor: “1960 ihtilalinden hemen sonraydı, Caddebostan Budak Sineması’nda
hazine yararına bir konser düzenlenmişti. İlk profesyonelliğe atılışım o
gecedir. Orkestram Harmoniler’le ilk aldığımız ve cebimize koymadığımız parayı
da o gece kazanmıştık. O gecenin manevi büyüklüğünü hala hissederim.
* Türk
korkmaz fakat korkutur. Bir şey isterse almadıkça elini çekmez. (PTT’nin mektup
zarflarına damgaladığı vecizelerden)
* Yozgat
yöresinden “Burçak Tarlası”, “kadın ağzı” türkülerinin bilinen nadir
örneklerindendi. Çoksesli düzenlemesini Doruk Onatkut yaptı. 1964’te Belgrad’da,
Balkan Melodileri Festivali’nde, Milli Orkestra’nın solisti Tülay German
tarafından seslendirildi, sonra da plağı yayınlandı. Şehir merkezinden bir kız,
köye gelin gider. Daha düğün günü oğlan askere alınır. Sabah ezanıyla kalkıp
bütün gün tarlada burçak yolmaktan kızcağızın sıtkı sıyrılır. Tarlanın sahibi
ağaya, kocasını askere alan zaptiyeye başlar sövmeye. “Burçak Tarlası” sahnede
başkaydı, plakta başka. Plaktaki sözler, Ezgi Plak’ın sahibi Aykut Sporel’in
ricasıyla Radyo arşivi normlarına çekildi. “Bakın şu deyyusun kaç tarlası var”,
“İlahi zaptiye ömrün tükene” dizeleri harcandı. Deyyus “adam”a, zaptiye “kaynana”ya
döndü. Anadolu popunun ilk kıvılcımı çakmıştı çakmasına ama otosansürle.
* Aşık
Veysel, 1930’lardan itibaren Cumhuriyet rejiminin “resmi şairi” olarak kabul
gördü. Aleviliği hasır altı edildi. “Kerbela Mersiyesi” gibi eserleri plak
yapmaktan kaçınmadı ama, Alevi kimliğini de hiç öne çıkarmadı. Fikret Otyam,
1971’de 27 Mayıs’la ilgili radyo röportajları yapmak için gittiği Anadolu
köylerinden Alevi –Bektaşi deyişleri de derledi. Bunları Ankara Radyosu’nda
çalmak istediğinde şu cevabı aldı: “Radyoda, Alevilerden bir tek Veysel
çalınır.”
* Osman
F. Seden’in “Düğün Gecesi” filminde, Zeki Müren gazinoda sahneye davet edilir ve masada oturan Türkan Şoray’ın gözlerinin içine baka baka bir şarkı icra
eder: “Mühür gözüm seni elden / Sakınırım kıskanırım / Uçan kuştan esen
yelden / Sakınırım kıskanırım / Beşikte
yatan kuzundan / Hem oğlundan hem kızından / Ben seni senin gözünden / Sakınırım kıskanırım.” Filmin bu sahnesi,
ayrı ayrı yollarda yürüyen, asla bir araya gelmez sanılan üç müzikal geleneğin
mükemmel bir birleşkesidir ve bu yönüyle 60’lı yılların kültürel kaynaşmasının
tipik bir sembolüdür. Sahnede çalanlar gitarı, kontrbası, davulu, trompetiyle
bir Batı müziği orkestrasıdır, şarkıcı Türk sanat müziğinin zirvedeki genç
sesidir, şarkı ise Sivaslı Alevi ozan Ali İzzet Özkan’ın bir eseridir.