Hem
başlık, hem de yanda yer alan iki fotoğraf arasında bir ilişkilendirme
yapabilmek için, Tan Tolga Demirci’nin “Ağlama Duvarı” başlıklı aşağıdaki yazısını
sonuna kadar okumanız gerek. Ben yazıyı, facebook kullanıcıları için 17 şubatta
bir zorunluluk haline gelecek “zaman tüneli” uygulamasına geçmeden, geçtiğimiz
günlerde okudum. Dün akşam facebook’ta yaptığım değişiklikler sonrasında ise
yeniden hatırladım. Hem bu uygulamanın ismi, hem benim seçtiğim kapak fotoğrafı
ve önünde duran fotoğrafım, Demirci’nin ifadeleri ve kullandığı fotoğraf ile sadece
biçimsel bir benzerlik taşımıyor. Benim için yazısının içeriğiyle de örtüşüyor.
Böyle oluyor. Tan Tolga Demirci, bazen kullandığı bir fotoğrafla, bazen bir röportajıyla, bazen paylaştığı bir video ya da yazısıyla iç dünyamı tetikliyor. Kişisel çağrışımlarım bir yana, yazının kendi içindeki bütünlüğünü saklı tutarak, onu başka bir gösteren olarak düşündüğümde, Demirci’nin son paragrafta yeni kuşaklar için yaptığı öneri, yerini bulmuş görünüyor. Zira facebook’ta herkes, bazen kendi, bazen de başkalarının duvarında bol bol ağlıyor!
"Yukarıdaki film karesinde ağlamakta olan ve yükselme hırsı yaşayan bir kadın ile onun arkasındaki duvara özenle asılmış salon burjuvazisine dair bir eskiz görüyorsunuz. Biz, bu iki gösterge arasındaki çelişkiden üreme anlatım tarzına 'vulgar Yugoslav sembolizmi' adını veriyoruz. Nedeni gayet basit, çünkü kareyi bir Yugoslav filminden aldım. Ama milliyete takmayın lütfen, zira sizin sözde sembolizminiz de bu film karesinden daha derin değil. Hatta çoğunuzun bir sembolizmi olduğundan bile emin değilim. Ağlarken aniden arkasına bakıp da beyaz-boş bir duvarla karşılaşanlar lütfen panik yapmasınlar. Boş duvar, kişiliksizliği, zevksizliği ve biraz da salaklığı temsil eder. Yani öyle ya da böyle, ağlama anında sembolik bir zincire dahil olduğunuz müjdesini verir.
Böyle oluyor. Tan Tolga Demirci, bazen kullandığı bir fotoğrafla, bazen bir röportajıyla, bazen paylaştığı bir video ya da yazısıyla iç dünyamı tetikliyor. Kişisel çağrışımlarım bir yana, yazının kendi içindeki bütünlüğünü saklı tutarak, onu başka bir gösteren olarak düşündüğümde, Demirci’nin son paragrafta yeni kuşaklar için yaptığı öneri, yerini bulmuş görünüyor. Zira facebook’ta herkes, bazen kendi, bazen de başkalarının duvarında bol bol ağlıyor!
"Yukarıdaki film karesinde ağlamakta olan ve yükselme hırsı yaşayan bir kadın ile onun arkasındaki duvara özenle asılmış salon burjuvazisine dair bir eskiz görüyorsunuz. Biz, bu iki gösterge arasındaki çelişkiden üreme anlatım tarzına 'vulgar Yugoslav sembolizmi' adını veriyoruz. Nedeni gayet basit, çünkü kareyi bir Yugoslav filminden aldım. Ama milliyete takmayın lütfen, zira sizin sözde sembolizminiz de bu film karesinden daha derin değil. Hatta çoğunuzun bir sembolizmi olduğundan bile emin değilim. Ağlarken aniden arkasına bakıp da beyaz-boş bir duvarla karşılaşanlar lütfen panik yapmasınlar. Boş duvar, kişiliksizliği, zevksizliği ve biraz da salaklığı temsil eder. Yani öyle ya da böyle, ağlama anında sembolik bir zincire dahil olduğunuz müjdesini verir.
Ama
eğer 1960'larda yaşamış İtalyan bir kadın olsaydınız o zaman işler değişir.
Çünkü elli sene önce beyaz-boş bir duvarın önünde ağlamak, modernizm nedenli
yabancılaşma pratiğinin ideolojik bir uzantısı olmayı temsil ederdi. Bu şaşalı
temsildeki tarihsel derinlikten kaynaklı varoluşsal acının ve bu kişilikli
acının yarattığı stilistik boşluğun ne derece değerli olduğunun farkına varmış
olmalısınız. Bu yüzden kendi niteliksiz beyaz duvarınızı Monica Vitti'nin,
üzerinde 'kuramsal boşluk' yazan beyaz duvarı ile karşılaştırmayın!
Benzer biçimde 1970'lerde yaşamış Fransız bir kadın olsaydınız, ıslak barutla yazılmış bir duvar yazısının önünde ağlayarak sosyalizmin nihai arzusuyla kendi libidinal arzunuzu çiftleştirerek seksüel-politik bir manifesto yazabilirdiniz pekala. Ve eğer isterseniz sonrasında büyük bir iştahla 'seksüel' olanı 'spiritüel' olanla yer değiştirip, politik argümanın fallik pozunu da memesi boşaltılmış bir Hippi kadınına dönüştürebilirdiniz. Ama hayır, beyaz bir duvardan başka hiçbir anlamı olmayan kendi duvarınızı lütfen Caroline de Bendern'in fişek ve çiçek kokan duvarıyla karşılaştırmayın!
Benzer biçimde 1970'lerde yaşamış Fransız bir kadın olsaydınız, ıslak barutla yazılmış bir duvar yazısının önünde ağlayarak sosyalizmin nihai arzusuyla kendi libidinal arzunuzu çiftleştirerek seksüel-politik bir manifesto yazabilirdiniz pekala. Ve eğer isterseniz sonrasında büyük bir iştahla 'seksüel' olanı 'spiritüel' olanla yer değiştirip, politik argümanın fallik pozunu da memesi boşaltılmış bir Hippi kadınına dönüştürebilirdiniz. Ama hayır, beyaz bir duvardan başka hiçbir anlamı olmayan kendi duvarınızı lütfen Caroline de Bendern'in fişek ve çiçek kokan duvarıyla karşılaştırmayın!
Ve
siz yazık ki 80'li yıllar içinde ağlayarak 'sembolizm' üretmeyi başarabilen bir
kadın olamadınız yine. Eğer 1980'lerde yaşamış Alman bir kadın olsaydınız
Berlin duvarının hemen önünde boş-beyaz bir yüzey bulup, dibi yenmiş dokuz yaş
görünümlü tırnaklarınızı etinize geçirip, sevgilinizi düşünerek
ağlayabilirdiniz. Ayrılık kaygısını muhafazakar-politik bir duvardan daha iyi
ne anlatabilir ki? Tüm bunlar sizin cephenizde yaşanmadı. Bu yüzden kendi
kekeme duvarınızı lütfen Beatrice Manowski'nin kireçlenmiş cesetlerden örülü
beyaz duvarıyla karşılaştırmayın!
Siz son kuşaklar, size
söyleyecek neredeyse hiçbir şey yok. Bilmem hangi programla gittiğiniz ülkelerde,
'kopyala-yapıştır' arzularınızı ucuz merakınızla bütünleştirip de Dalay Lama
pozları vermekten vazgeçin. Orayı-burayı keşfetme takıntınız, coğrafi olarak
dışsallaşan ve böylelikle de kendini ustalıkla parçalayıp gizleyen sonradan
olma zavallılığınızı keşfetme takıntısıdır. Nereye giderseniz gidin, hangi
köşenin ardına bakarsanız bakın, üzerinize kazınmış olan bu 'aptal kaşif'
rolünü süslemeye yetmeyecektir. Laboratuvar ortamında üretilen heveslerle kendi
ırzınıza geçiyor, sonrasında patolojik bir şişme yaşıyor ve nihayet
topraklarınıza geri döndüğünüzde de bir türlü sönmek bilmiyorsunuz. Siz en
iyisi gelin bu enerji israfından kurtulun, sonrasında gidin bir duvar bulun -ki
ben size kendi ruhsal bastırma duvarınızı öneriyorum- ve arkaya gitmek istediğiniz
ülkenin haritasını asıp önünde bol bol ağlama provası yapın. Böylelikle belki
vulgar Yugoslav sembolizmine yakın bir anlam üretebilir ve dahası 'Milena
Dravić'in duvarını daha yakından tanıyabilirsiniz."