Feminist
arkeoloji perspektifinden bakıldığında her ne kadar söz konusu tarihsel figürün
(Kibele) cinsiyeti tartışmalı görünse de, tıpkı sanatçı Canan’ın kendi gebelik
sürecini çalıştığı yandaki işinde olduğu gibi, bir gösteren olarak kabul
edilmesinde hiçbir sakınca yok. Hatta yakın değil uzak a(t)nalarımızla kurduğumuz ilişkiyi
anlamak açısından da sembolik bir önemi var. Canan, daha önce “Çeşme” isimli
çalışmasıyla konuk olmuştu bloga. Bu son derece kuvvetli video enstelasyonu,
ANA Öğün isimli kaydı görsel olarak tamamlamıştı. Bugün ise, gebelik ve annelik
deneyimi üzerine girdiğim son kayıtlarla yan yana geldiğinde anlamlı olan “Kibele”
isimli işiyle…
Şöyle
diyor: “Ana tanrıça analığın tam bir temsilcisidir uygarlık tarihinde.
Bereketi, bolluğu ve gücü simgeler. Bedenimdeki bu değişiklikler ister istemez
bu benzerliği keşfetmemi sağladı. Ben de bu görüntüyü çalışmama yansıtmayı bir
fırsat olarak düşündüm.”
Benim
bu uyaranla keşfettiğim ise, daha önceki kayıtlarda ifade edildiği gibi,
gebelikle birlikte tekrar hatırlananlar, bilinçdışı çağrışımlar, çatışmalar,
tetiklenen iç dünyalar. Bu deneyimin her aşaması, daha önce fiziksel ve
zihinsel olarak yaşanmış pek çok “eski” duruma gönderme yapıyor. Sadece tek
başına büyüyen memeler bile, ergenlik döneminde sıkıntılı bedensel ve
psikolojik değişimi yeniden çağırıyor. İşte bu fiziksel değişimlerin, görsel olarak
da burada çağırdığı bir öncekiyle (anne olacak olanın annesiyle) ruhsal
ilişkisini anlamlandırabilmek için vesile kabul edip, Psikanaliz Yazıları’nın
14. sayısında Elda Abrevaya’nın “Annelik ve Kadınsılık” isimli makalesinden bir
paragrafı paylaşmak istedim:
"Her
ne kadar annelik deneyimi bir kadının ruhsallığında ve cinselliğinde köklü
dönüşümlere yol açsa da, nihai bir evreye denk gelmez. Asıl menopozu kadının
ruhsal gelişimindeki en son aşama olarak nitelendirebiliriz. Bu dönem, daha
evvel aşılan cinsiyetler arası farklılık, ergenlik, cinsel birleşme anlarında
olduğu gibi, bir krize karşılık gelir. Krizlerde fazlasıyla uyarımlara maruz
kalan benlik, savunmalarını devreye sokamadığı için, acil olarak benliğin
yeniden örgütlenmesini zorunlu kılar. Menopoz sınavını aşabilmek bir kadına
gerçek anlamda bedenini annesininkinden kurtarabilme olanağı verir. Kadın o
zaman belki tam anlamıyla kadınsı cinsel hazza, kendisinde gömülü olan annenin
rahminden kurtulan bir vajinaya ilişkin cinsel hazza erişebilir. Bir kadının
cinsel gelişiminin en ileri düzeyine böylesine “geç” varabilmesi de
şaşırtıcıdır. Florence Guignard bir kadının anneliği sayesinde, kendi rahmini
annesininkinden ayrıştırabildiğini belirtir. Gebeliğe değin, kadında bilinçdışı
düzeyde annenin rahmine geri dönmeye ilişkin füzyonel bir arzu söz konusu
olduğu ölçüde, annenin rahmine olan bilinçdışı yatırım yoğun ve çiftdeğerlidir.
Ancak annelikle birlikte kadın kendi rahmine sahip çıkabilir. Oysa Jacqueline
Schaeffer, kadının kendi vajinasının annenin rahminden kurtarabilmesini daha da
geç bir evreye, yani menopoza iter. Bedensel düzeyde yaşanılan annelik
deneyimi, bir kadını kaçınılmaz olarak kendi annesine bağlar. Kendi çocukluğuna
ilişkin anne imagosu yeniden canlanır. Bu bağlamda kadının menopozla birlikte
artık çocuk sahibi olamaması, onu anneye bağlandığı imgesel zincirden kopma
olanağı taşır."
Daha önce Menopoz başlıklı kayıtta kadınlığın yitimi olarak tanımlanan bu fiziksel değişim, burada başka türlü bir kazanıma işaret ediyor. Birbirinden farklı gibi görünen bu iki durum, aslında bakılan yere göre değişmiyor. Her ikisini de içinde barındırıyor.