19 Ocak 2012

Menopoz


Aşağıdaki metni/metinleri, izlediğim bir program sonrası; meme, yalancı meme (emzik), biberon, sütyen, silikon gibi “nesneleri” kavramlaştırmak niyetiyle oturduğum bilgisayar başında, internet çağrışımları vesilesiyle buldum. Böylece Rahim/Tabut kaydının ardından, en azından benim için hiç de raslantısal olmayan bu başlığa ulaşmak, Birhan Keskin ve şiiri ile kulaktan dolma bir aşinalığın ötesine geçmek için bir fırsat oldu. Keskin, ”Türk şiirinde kadınsılığın biyolojik doğasını yansıtması açısından ilk şiir kitabı” olarak nitelendirilen Ba için verdiği bir röportajda, “Kırklı yaşlar bu kadar zor mu?” sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Benim için zordu. 37 yaşımda hiç umulmadık ani bir menopozla karşılaştım. Daha kırk bile değildim. Ba o süreci anlatıyor işte. O durgunlaşmayı, durmayı, kalakalmayı, o şaşkınlığı, o hiç kıpırdamayan, dümdüz, göl gibi olan o hali anlatıyor. O yüzden, bedene dair çağrışımları var. Aslında yaşlanmak dışarıdan bakıldığı kadar zor bir şey değil. İlk yüzleşme anı, ilk bir iki yıl zordu tabii. Düşünsenize, başından beri hep sanki sizinle var olmuş olan, doğurmayı düşünseniz de düşünmeseniz de öyle bir yeteneğinizin bir şekilde olduğunu her ay size hatırlatan bir şey birden bitiyor ve bitmekle kalmıyor. O bir geçiş süreci ve o süreç sizi fiziksel olarak da ruhsal olarak da son derece zorluyor aslında.”
Veysi Erdoğan, 2007 yılında Yasak Meyve’de yayınlanan denemesinde Ba için şunları yazıyor:
“Türk şiirinde Birhan Keskin gibi kadının biyolojik yapısının ruhsal dengeye yansıması üzerine bir söylem geliştiren olmamıştır. Bu kitapta Keskin, huzursuzluğunu, yakınmalarını ve hüznünü; monopoz, monogam ve monolog kavramları etrafında kurarak, tekil bir söylemle ifadelendirir. Ba’nın ilk bölümü olan monopoz, diğer bölümlerin anlam çatısını da oluşturarak, şiirin temel meselesini üstlenir. İçeriye sıkışmış gerçeklik (kan), bedenin gediklerinden çıkamamakta ve sürekli olarak bedeni körelmeye maruz bırakmaktadır. Bundandır ki Ba’nın genel izleği, ‘ara bölge’ye hapsolmuş bedenin, içteki enkazı ‘dışarıya dökme’ ve ferahlama isteği üzerine kurulmasıdır diyebiliriz.
Durağanlık, artık üremenin olmadığı içsel bir karmaşayı doğurmuştur. Onun için bu büyük bir travmadır. Bu durumda sarsıntıya neden olan akışkanlığın yitimi, bedeni yoksullaştırmış, onu kısırlaştırmıştır. Kendi bedenine yabancılaşan Keskin; ayaklandırmak, göl, şimşek, gürül gürül, alev, sıçrayan su, Iguassu Şelalesi gibi ifadelerle içteki durgunluğu eski yapısına kavuşturmak isteğine kapılmaktadır. Bu durumda durgunluğun bir eziyete dönüştüğü Ba’da Eziyet şiiri, kadınsılığın yitimi üzerinden konuşur:
 

Ağaç duruyor
Yol da ot da.

Duran bir şey var bende,
ağaç gibi.
Onu ayaklandırıp, oradan oraya
gitmek zor.

Bende bir ağaç duruyor, bir ot
Eserse arada rüzgâr
Ağacın saçlarını o tarıyor.

Aşk ayaklandırmıştı bir kere
hatırlıyorum ama…
Şimdi rüzgâr şimdi güz
Ağacın dallarını zorluyor.


Geçmişin izinden gitmek, Ba’da ve Keskin’in diğer kitaplarında bir geleneğe dönüşmüştür. Arkaya bakmayı huy edinen bir özelliği vardır şiirlerinin. Fakat Ba’daki geri dönüşler, Keskin’in diğer kitaplarında olduğu gibi hafıza’ya değil, bedene yönelmiştir. Aradaki bu ince ayrımın ortak özelliği, iki şekilde de ruhun dağılmışlığına neden olmalarıdır.”
Bense geriye dönüp bakmanın, dağılmaya değil, bütünlemeye yaradığını düşünüyorum. Nitekim Birhan Keskin, diğer bir kitabı Yeryüzü Halleri’ni konuştuğu bir söyleşisinde, “Kendini didik didik eden bir süreç yaşadım. Kendimle çok ciddi olarak, profesyonel anlamda cebelleştiğim bir dönemdi. O süreçte pek çok şeye; insanın içinde biriken kuruma, pasa, komplekse, egoya, içeride biriken bütün artıklara dokundum, onların bazılarını dışarı boşalttım. Ondan sonra artık ben gözümü sonsuza dikip bakabilirim. Gözünüzü dikip baktığınız yerde kazanacaklarınız da var,” diyor.