21 Haziran 2012

My Dead Parents


Kuzenim Tuba Biret Ertan sayesinde haberdar olduğum bu blog, sadece linkini paylaşamayacağım kadar "her şey"e uygun. Üzerine tıkladığınızda ulaşabileceğiniz My Dead Parents, "I am a fiction writer. This is not a fiction" diyen Peter Vidani'nin içsel yolculuğu. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmaması, yıkıcı olanın inşa edebilirliği ne muhteşem: 
"My father George was killed in a car accident when I was 16. My mother Anita died from complications related to alcoholism in 2010, when I was 32. I’m not sure how I feel about my parents, or about their deaths. I know don’t feel very sad, and I know that’s not how I’m supposed to feel.
My parents have been dead for different versions of “a while,” so I know I’m not supposed to be crushed by grief, but I never really felt sad at all. That makes me feel guilty, and a little broken. When I hear about other people being devastated by their parents’ deaths I think, Shouldn’t I be as sad as they are? I don’t feel connected to those people at all—I feel a mix of pity, jealously and revulsion.
Maybe I can explain my ambivalence by saying that I wasn’t very close to them, or that since my family wasn’t a very happy place to be there isn’t much to miss. But there has to be a primal connection that makes being “close” irrelevant. Loving them is in my DNA. They are my DNA.
When my mother died and people asked how I was doing, I always said that I wasn’t sad for myself, but I was so, so sad for her.  I was, and am, so sad that she went from being a world traveling, intelligent and vibrant woman to someone who drank so much that she lost most of her ability to walk and often shit on the floor. I am terrified that’s a possibility for any human being, but am I sad that my mother, who drank so much that she lost most of her ability to walk and often shit on the floor, is now gone from my life? Not really.
It’s easy and sometimes enjoyable to say that my parents were bad parents. My father was emotionally distant and occasionally abusive. My mother was resentful and selfish, and this was before her debilitating alcoholism brought out, or created, qualities in her that were much worse. 
That isn’t the whole story, of course, and just because I want or need to criticize them doesn’t mean that doing so isn’t a bit ungenerous and ignorant. They definitely weren’t ideal, but a lot went wrong in their lives, and I was a pain-in-the-ass to raise.
But when I try to consider my parents as people—people who existed before I did, who didn’t disappear when I looked away—things change. The wrongs I’ve been so attached to disappear, and what emerges are two people who were passionate, successful and adventurous. My father was an international banker who worked in Africa and the Middle East and dedicated the last years of his life to helping Ukraine, his homeland, find its economic footing after Communism fell. My mother was an environmentalist and a dedicated ESL teacher. They traveled the world, and I think they had a fair amount of fun. This isn’t a new revelation, but since I only just understood that I’m too old to be complaining about my mom and dad, I suddenly have a lot of time to think about other things, such as how my parents went from being cool people to unhappily married, mediocre parents that I don’t miss, and how all of this stuff relates.
My mother’s funeral didn’t take place for a few weeks after her death, so I started cleaning out her house, my childhood home, in the interim. The house was a mess, and I spent most of my time in her study, which had become a haphazard storage room for everything from soiled sheets to unopened mail. I spent days bagging sweaters for Goodwill and organizing the incredible amount of cheap jewelry and pantyhose she’d purchased from Filene’s Basement decades before and had never worn—apparently she feared the world was going to experience a devastating shortage of clip-on earnings and pink trouser socks.
While I was going through her things, I found boxes of letters my parents wrote to each other. I found ones where my parents were goofy and love struck and cards where my mother’s friends referred to my father as “fun.” My mother had such a difficult life, and things were so grim when she died, that it was shocking to learn that things had once been different. They’d had a relationship I never knew about, and would never have imagined.
For days I sat in my mother’s filthy study, surrounded by photos, faded letters and crappy jewelry, trying to take in my parents’ lives and thinking: I don’t know these people at all. And for the first time, I really wanted to. As I went through their stuff I realized that my parents had done way more interesting things by 32 than I had. They were excited by the world, and they got to experience it with a wonder that’s hard to muster now because we are over-informed and over-stimulated. They were ballsy, and I think they were happy. But things changed, and now I’m sorting through their leftovers, trying to figure out why. They experienced real tragedy—between my sister and I they lost a son when he was ten months old. Is that enough to permanently derail a marriage? It’s probably more than enough.  It’s possible they weren’t ever very happy with each other and just got married because it seemed like an okay option. But their letters show that they were more in love than I could have imagined, so clearly there’s a lot I don’t know or understand. 
I spent years thinking my parents owed me something.  Now I feel I owe them more than a little.  Maybe I can find a way to make how interesting they were as individuals matter more than the mistakes they made as my parents, or the bad things they did to each other. I think it’s worth trying, and that’s what I’m doing here. I’m going through my parents’ things and attempting to piece them together while also trying to understand my experience of them.  I’d like to figure out who they were, and maybe even find a way to be sad that they’re gone."


13 Haziran 2012

Ekolojik Bilinçdışı


Ekolojik bilinçdışı ile psikanalizin ekolojik yönü arasında bir paralellik kurulabilir mi? Yakın zamanda okuduğum aşağıdaki iki paragrafı bu çerçevede düşünürken, buraya da kaydetmek istedim. Talat Parman, Psikanaliz Yazıları'nın 23. sayısının girişinde şöye diyor: "Psikanaliz ayrıntılarla, döküntülerle, dahası çöpe atılanlarla uğraşmak demektir. Tıbbın elinin tersiyle ittip, deyim yerindeyse değersiz gördüğü insan ruhsallığının tüm yaratımlarını, düşleri, düşlemleri, sakar eylemleri, dil sürçmelerini atıldıkları çöplükten çıkarıp yeniden ruhsallığın kullanımına sunmuştur. O nedenle psikanaliz yeni imgeleri, nesneleri, eylemleri olanakların sonsuzluğunda sürekli tüketmek yerine, eskileri yeniden değerlendirmeyi amaçlayan bir yeniden dönüştürmedir. Psikanaliz bir geri dönüşüm uğraşıdır. Tüketimden değil yeniden üretimden yanadır. Ve o nedenle ekolojiktir. Psikanaliz, ürettiği çöp dağlarını ne yapacağını bilmeyen günümüz insanına 'arzularınızı, isteklerinizi, düşlerinizi, düşlemlerinizi, sakar ve yarım kalmış eylemlerinizi, hatalarınızı, yanlışlarınızı, tüm yaşam sürçmelerinizi atmayın, onları saklayın ve divan denilen o yeniden dönüştürme mekanına getirin' der. Ve şöyle düşünür: 'Getirin ki onların, yani bizzat sizin yarattıklarınızın size ait değerler olduğunun farkına varın."
Pikaland
Ekopsikoloji teriminin yaratıcısı Theodore Roszak ise, 1992'de yayımlanan "The Voice of the Earth" (Dünyanın Sesi) adlı kitabında ekopsikolojinin felsefesini sekiz kuralla şöyle tarif ediyor: 
  • "Zihnin temelinde ekolojik bilinçdışı yatar; yani her insan doğuştan doğaya dair bir bilince sahiptir. 
  • Ekolojik bilinçdışının içeriğinde, kozmik evrimin, tarihin ilk zamanlarına kadar uzanan kaydı bulunur. 
  • Ekopsikolojinin amacı, insanın ekolojik bilinçdışında bulunan ve doğuştan sahip olduğu, doğa ve insanın karşılıklı ilişkisine dair bilgiyi uyandırmaktır. 
  • İnsan gelişiminin hayati aşaması çocukluk dönemidir. Ekopsikoloji çocuğun henüz unutmadığı çevresel bilinci yetişkinlerde de uyandırmayı amaçlar. Çocukta bu bilincin gelişmesi içinse doğayla ilgili hikâyeler, masallar, ninniler çok önemlidir.
  • Ekolojik egonun gelişmesiyle insan, doğaya ve diğer insanlara karşı ahlaki bir sorumluluk duygusuna sahip olur. Ekopsikoloji bu sorumluluk duygusunun sosyal ilişkilerde ve politik kararlarda söz sahibi olmasını amaçlar. 
  • Ekopsikolojinin en önemli terapilerinden birisi, doğayı bir yabancı gibi gören ve ona hükmetmeye çalışan, politik gücün de kaynağı olan 'eril' karakter özelliklerini yeniden ele almak ve düzeltmektir. 
  • Ekopsikoloji sanayi kültürünün yıkıcılığını sorgular. Ancak bunu yaparken hayatımızı kolaylaştıran teknolojiye karşı değildir. Bu anlamda ekopsikoloji anti-endüstriyel değil, post-endüstriyeldir. 
  • Dünyanın ve kişinin iyiliği arasında 'sinerjik' bir etkileşim vardır. Bu yüzden dünyanın ihtiyaçları insanın da ihtiyaçlarıdır; insanın hakları, dünyanın da haklarıdır."


6 Haziran 2012

Arka Bahçe


İlk basımı 1999 yılında Metis tarafından yapılan bir kitabın arka kapağı ile geçtiğimiz günlerde başka bir kayıtta işini paylaştığım Faye Moorhouse'un diğer çalışmaları biraraya geliyor. Kuzenim Esra Ertan sayesinde gündemime giren Nurdan Gürbilek, "Ev Ödevi" için şöyle diyor: 
"Her çocuk er geç aynı şeyi yaşar: Bir zaman gelir, onun için ev olmaktan çıkar ev. Ne erken çocuklukta olduğu gibi keşfedilecek bir dıştır artık, ne de dış dünyaya karşı sığınılacak bir iç. Tam olarak ne zaman yaşarız bunu: Evin dışarıya karşı bir sığınak olduğu kadar bir engel de olduğunu fark ettiğimiz an mı? Evin geçici, ana babamızın güçsüz, ölümlü olduğunu sezdiğimiz an mı? Yoksa evin bize bir iç dünya bağışlarken aynı zamanda büyük bir iç sıkıntısı da verdiğini, bir iç dünyası olmanın bedelinin bu iç sıkıntısı olduğunu fark ettiğimiz an mı?
Faye Moorhouse
Bu duygunun zamanı, yoğunluğu, katlanılabilirliği evden eve, çocuktan çocuğa değişir kuşkusuz. Tek bir şey dışında: Ömür boyu bize eşlik eden mutluluk imgelerimizin olduğu kadar, kurtulmak için hep çaba harcayacağımız korkularımızın, dağıtmak için her yolu denediğimiz iç sıkıntımızın da kaynağı, kaynağı değilse bile ilk sahnesi orası. İşte oraya, o mutluluk mekânının arka bahçesine, birçok düşün olduğu gibi birçok şiirin, öykünün, romanın da imgelerini topladığı o arka bahçeye bakmamın nedeni bu..." Benim de...

A Fight Broke Out

3 Haziran 2012

2 Doğru, 1 Yanlış!

Bu fotoğraflar, 1 saatlik yenidoğan ve onun memeyle ilk buluşmasının kaydedildiği videodan. Bebek, yaklaşık 7 dakikalık kaydın sonunda, küçük müdahalelerle de olsa, memeye ulaşmayı başarıyor. Geçtiğimiz günlerde izlediğim bu videoyu, bugün okuduğum bir makaledeki aşağıdaki satırlar sayesinde, anlattığı şeyi, tam da benim için anlatmadığı yerde yeniden hatırladım. 

Donald Winnicott'ın dosya konusu olduğu Psikanaliz Yazıları'nda Levent Kayaalp, "Bütünleşme / Bütünleşmemişlik / Bütünlüğün Yitirilmesi" başlıklı makalesinde şöyle yazıyor: "Winnicott çocuğun gerçekliği keşfinin yanılsamayla başladığını belirtir; aç bebekle süt dolu memenin karşılaşması, karşı istikametlerden gelen iki doğrunun birbirini bulması gibidir. Çocuk bu karşılaşmayı bir halüsinasyon olarak da yaşayabilir, dış gerçekliğe ait bir şey olarak da. Bu karşılaşmalar, bebeğin aslında orada var olan bir şeyi ortaya çıkarma kapasitesini geliştirir." 

Peki, ya bu iki doğru buluşamamışsa ya da bir yanlış etmişse? Bu sorumun cevabını da yine aynı makale içinde buldum: "Başlangıçtaki birincil can çekişmenin geçmişe gönderilmesinin tek koşulu, benliğin onu önce kendisinin şimdiki zaman deneyimine sokması ve orada ona tüm güçlülükle hakim olmasıdır. Aksi takdirde yaşanmamış geçmiş ayrıntı, gelecekte aranmaya devam eder."