18 Eylül 2012

Oralet

Bu kayda ait fotoğraflar rastgele seçilmedi. Alt alta dizilme tercihleri de tesadüf değil. Haftasonu Depo’da gördüğümüz “Uzayda Bir Elektrik Hasıl Oldu: 1960’larda Müzikli Türkiye” isimli serginin bol görsel malzemesi içinden, yine söz konusu serginin aşağıda yer alan yazılı materyali ile, benim tarafımdan zihinsel olarak eşleştirildi. Özellikle oralet, Wikipedia’da yer alan hızlı kısa tarihinin sembolik çağrışımları düşünüldüğünde, “tekrar üretim”, “karşılıksızlık”, “ikame” gibi, dünün ve bugünün pek çok alandaki durumuna uygun nitelikler gösterdiği için öne çıktı. Serginin hazırlanış süreci ve içeriğine dair bilgileri internetten elde edebilseniz bile, kendi kolajınızı yapmak için görmekte fayda var.
Wikipedia / Oralet: 1960'larda Eczacıbaşı’nın piyasaya sunduğu bir üründür. Kavanozlarda sadece turuncu renkli portakal aroması olarak pazara sunulmuştur. Daha sonra 1980'li yıllarda rakip olarak Lezzo gibi başka markalar da pazara girince Oralet pazar payını oldukça yitirmiş, 1995 yılında piyasadan çekilmiştir. 2007 yılında Eczacıbaşı grubu tekrar üretim kararı almıştır. Türkiye'de hazır gıda tüketiminin az olduğu dönemde tam isim karşılığı bulunamamış bu nedenle Eczacıbaşı'nın diğer bir markası Selpak gibi markası isim olmuş bir içecektir. Piyasaya sürüldüğü dönemlerde buzdolabının yaygın olmaması nedeniyle soğuk içme alışkanlığı gelişmediğinden, özellikle sıcak içilen, çay ve Türk kahvesine alternatif olmuştur.
Oralet rehberliğinde sergiden kısa notlara gelince:  
* 1960 Haziran’ında bir gazino ilanında şunlar yazıyordu: “Tepebaşı Bahçesi’nde her akşam Zeki Müren, kahraman Türk ordusunun ve asil Türk gençliğinin hürriyet marşı, vatan türküsü Osman Paşa tablosunu mehter refakatinde takdim etmekte şeref duyar.”
* Darbe sonrası, orduya ve hazineye yardım amaçlı pek çok kampanya yürütüldü; gazino ve salonlarda ‘orduya şükran’ geceleri, ‘hazine menfaatine’ konserler düzenlendi. Barış Manço anlatıyor: “1960 ihtilalinden hemen sonraydı, Caddebostan Budak Sineması’nda hazine yararına bir konser düzenlenmişti. İlk profesyonelliğe atılışım o gecedir. Orkestram Harmoniler’le ilk aldığımız ve cebimize koymadığımız parayı da o gece kazanmıştık. O gecenin manevi büyüklüğünü hala hissederim.
* Türk korkmaz fakat korkutur. Bir şey isterse almadıkça elini çekmez. (PTT’nin mektup zarflarına damgaladığı vecizelerden)
* Yozgat yöresinden “Burçak Tarlası”, “kadın ağzı” türkülerinin bilinen nadir örneklerindendi. Çoksesli düzenlemesini Doruk Onatkut yaptı. 1964’te Belgrad’da, Balkan Melodileri Festivali’nde, Milli Orkestra’nın solisti Tülay German tarafından seslendirildi, sonra da plağı yayınlandı. Şehir merkezinden bir kız, köye gelin gider. Daha düğün günü oğlan askere alınır. Sabah ezanıyla kalkıp bütün gün tarlada burçak yolmaktan kızcağızın sıtkı sıyrılır. Tarlanın sahibi ağaya, kocasını askere alan zaptiyeye başlar sövmeye. “Burçak Tarlası” sahnede başkaydı, plakta başka. Plaktaki sözler, Ezgi Plak’ın sahibi Aykut Sporel’in ricasıyla Radyo arşivi normlarına çekildi. “Bakın şu deyyusun kaç tarlası var”, “İlahi zaptiye ömrün tükene” dizeleri harcandı. Deyyus “adam”a, zaptiye “kaynana”ya döndü. Anadolu popunun ilk kıvılcımı çakmıştı çakmasına ama otosansürle. 
* Aşık Veysel, 1930’lardan itibaren Cumhuriyet rejiminin “resmi şairi” olarak kabul gördü. Aleviliği hasır altı edildi. “Kerbela Mersiyesi” gibi eserleri plak yapmaktan kaçınmadı ama, Alevi kimliğini de hiç öne çıkarmadı. Fikret Otyam, 1971’de 27 Mayıs’la ilgili radyo röportajları yapmak için gittiği Anadolu köylerinden Alevi –Bektaşi deyişleri de derledi. Bunları Ankara Radyosu’nda çalmak istediğinde şu cevabı aldı: “Radyoda, Alevilerden bir tek Veysel çalınır.”
* Osman F. Seden’in “Düğün Gecesi” filminde, Zeki Müren gazinoda sahneye davet edilir ve masada oturan Türkan Şoray’ın gözlerinin içine baka baka bir şarkı icra eder: “Mühür gözüm seni elden / Sakınırım kıskanırım / Uçan kuştan esen yelden  / Sakınırım kıskanırım / Beşikte yatan kuzundan / Hem oğlundan hem kızından / Ben seni senin gözünden / Sakınırım kıskanırım.” Filmin bu sahnesi, ayrı ayrı yollarda yürüyen, asla bir araya gelmez sanılan üç müzikal geleneğin mükemmel bir birleşkesidir ve bu yönüyle 60’lı yılların kültürel kaynaşmasının tipik bir sembolüdür. Sahnede çalanlar gitarı, kontrbası, davulu, trompetiyle bir Batı müziği orkestrasıdır, şarkıcı Türk sanat müziğinin zirvedeki genç sesidir, şarkı ise Sivaslı Alevi ozan Ali İzzet Özkan’ın bir eseridir.