Yandaki fotoğraflar, geçtiğimiz haftalarda izlediğim Detachment’a ait. Filmin
başrol oyuncusu Adrien Brody’nin bu sahnelere eşlik eden aşağıdaki ifadeleri
ise, bu kaydın çıkış noktası:
"The
park is now empty and bare, with an abandoned shame about it. The jungle gym,
the slide and the swing have rusted together. They're all so terribly alone
now. Where did all the children go? Didn't they know that the park needed them?
A child's intelligent heart can fathom the depths of many dark places. But can
it fathom the delicate moment of its own detachment?"
Bana
oldukça önemli görünen bu son ifadeler, D.W. Winnicott’un, “Oyun ve Gerçeklik”
isimli kitabında okuduğum paragrafla üst üste gelince anlamlı bir bütünlük
oluşturdu. Zira Winnicott’un örneği, kopma ve ayrışmanın/ayrılmanın birbirinden
ne kadar farklı anlamlar taşıdığını ortaya koyduğu gibi, kopma anına dair bir
farkındalığın ayrışmanın, nihai hedef olmasa da bağlanmanın yolunu
açabileceğini de düşündürüyordu.
İlk
görüşmenin 1955 yılında yapıldığı söz konusu örneğin kahramanı, annesi ve
babasının endişeleri üzerine kliniğe getirilen 7 yaşında bir oğlan çocuğu. Biri
zihinsel engelli iki kız kardeşi var. Winnicott, anne ve babanın ardından
çocukla yaptığı seansta bir karalama oyunu oynuyor ve bunu şöyle aktarıyor:
“Bu
oyunda kâğıda bir şeyler çiziktirip görüşme yaptığım çocuktan bunu tamamlayarak
bir şeye dönüştürmesini isterim. Sonra da bir şeyler karalar ve onu bir şeye
dönüştürme sırası bana gelir. Bu vakada karalama ilginç bir sonuç doğurdu.
Oğlanın tembelliği hemen ortaya çıktı; yaptığım hemen her şeyi iple
ilişkilendirdi. Yaptığı 10 çizim arasında şunlar vardı: Kement, kırbaç, binici
kırbacı, yo-yo ipi, düğümlenmiş bir ip, bir binici kırbacı daha, bir kırbaç
daha. Çocukla bu görüşmeyi yaptıktan sonra ailesiyle bir kere daha görüşüp
çocuğun iple ilgili takıntısının nedenini sordum. Bu konuyu gündeme getirmeme
sevindiklerini söylediler. Daha önce önemli olduğundan emin olmadıkları için
bundan söz etmemişlerdi. Oğlanın iple ilgili her şeye saplantılı bir ilgi
duyduğunu, hatta ne zaman bir odaya girseler çocuğun sandalyeleri ve masaları
birbirine bağlamış olduğunu gördüklerini söylediler. Bazen onu örneğin bir
yastığı iple şömineye bağlanmış olarak buluyorlardı. Çocuğun ip takıntısının
yavaş yavaş yeni bir özellik kazandığını, bunun da her zamanki kaygılarının
ötesinde kendilerini fena halde endişelendirdiğini söylediler. Oğlan geçenlerde
kız kardeşinin (doğumuyla oğlanın annesinden ilk kez ayrılmasına yol açan kız kardeşinin)
boynuna bir ip dolamıştı.”
Winnicott’ın
aktardığına göre “depresif olduğu her halinden belli” annenin oğluyla iki
önemli ayrılığı bulunuyor. Biri kız kardeşi doğduktan sona, bir diğeri de akıl hastanesinde
kaldığı 2 ay boyunca. Winnicott, 6 ayda bir kereden fazla görme şansı
olmayacağı bu aile için şu yöntemi izliyor:
“Anneye
bu çocuğun ayrılma korkusuyla baş etmeye, ayrılığı ip kullanarak inkâr etmeye
çalıştığını açıkladım. Anne pek ikna olmadı, ben de ona söylediklerimde bir
anlam bulduğu takdirde meseleyi çocuğa uygun bir zamanda açıp dediklerimi ona
anlatmasını, çocuğun verdiği tepkiye göre ayrılık temasını geliştirmesini
istediğimi söyledim. Daha sonra yaptığımız bir görüşmede anne baba, oğlanla
yaptığı ilk konuşmadan bir yıl sonra çocuğun iple oynama ve evdeki nesneleri
birbirine bağlama takıntısının nüksettiğini söyledi. Aslında anne ameliyat
olmak için hastanede yatacaktı. Oğluna şunları söylemişti: ‘İple oynamandan
gitmemin seni kaygılandırdığını anlayabiliyorum, ama bu sefer sadece birkaç
gün evde olmayacağım. Zaten geçireceğim ameliyat da o kadar ciddi değil.’ Konuşmadan
sonra, bu yeni iple oynama evresi sona ermişti.”
Daha
sonraki yıllarda görüşmeye devam ediyorlar; çünkü bu takıntı çeşitli zamanlarda
nüksediyor. İlk görüşmelerinden tam 11 yıl sonra Winnicott’ın yazdığı ek not, sözlük
karşılıklarının aksine sembolik düzende farklı görünümlere sahip bu iki
kavramın, nasıl bir karmaşaya yol açtığını gösteriyor:
“Geçen
süre içinde çocuğun bu hastalıktan kurtulamadığını gördüm. Evde ilk görüşme sırasında
çoktan yerleşmiş olan davranış kalıbını korumuştu. Anneden uzak olsaydı kişisel
tedavi görebilirdi. Ama bunu evde yapmak mümkün değildi. Ergenlik çağına
geldiğinde oğlanda yeni bağımlılıklar ortaya çıktı. Onu annesinden uzaklaştırma
yolundaki tüm çabalar sonuçsuz kaldı, çünkü her defasında kaçıp eve dönüyordu.
Sonunda çocuk kimseyi memnun edemeyen bir genç olup çıktı; hiçbir şey yapmıyor,
zamanını ve zihinsel potansiyelini boşa harcıyordu.”