Beklenen
bir sergi, geç izlenen bir film ve yakın zamanda yayınlanan bir kitabın buluşma
noktası bu kayıt. Üçünün de kesiştiği bir kavşak var. Nuri Bilge Ceylan’ın Üç
Maymun’undan çektiğim yandaki iki kare ve esinlenerek koyduğum kayıt başlığı, Bahadır Baruter’in 13 Eylül-13 Ekim 2012 tarihleri arasında x-ist’te sergilenecek
"Senin Ailen Bir Yalan Yavrum" başlıklı sergisi ile sembolik olarak
örtüşüyor. Dijital resim ve videolardan oluşacak sergi, “aile kavramını
gösterilmeyeni ile ele alacak ve bir yüzleşme alanı yaratacak” içeriği ile öne çıkıyor.
Çünkü Baruter’e göre “yalnızlığın kendine bahane edindiği en makbul kılıf
ailedir. Aile, bireylerin ancak bir arada var olabileceği inancıyla inşa
edilmiş, yanıltıcı bir mutluluk kaynağıdır. Etrafın algısına yansıtılan olumlu
imajların aksine mecburi ilişkiler, zoraki gülümsemelerle insanı esir edebilir.
Organik bağlar tutundukça kopar, birlik uğruna bireyi yok eder. Aslında her
resim kara mizahla harmanlanmış gündelik bir sahnedir. Beklenilenin aksine
mutlu aile sofraları, kucaklanan çocuklar yoktur bu sergide. ‘Senin ailen bir
yalan’ derken de Baruter, aslında kendi yalanımızı ortaya çıkarmayı hedefler,
aile tablolarını sahtelikten arındırarak yeniden yaratır; izleyiciyi bir kez de
duruma dışarıdan değil içeriden bakmaya çağırır. Sıcak, sevecen ve güvenli
görünen anların gerçekliğini sorgular, doğal olanı arar. Amacı kendi doğrusunu
kabul ettirmek değil, kabul görenin sorunlarını su yüzüne çıkarmaktır.”
Umut
Tümay Arslan tarafından hazırlanan “Bir Kapıdan
Gireceksin” isimli kitapta yer alan Fırat Yücel denemesi ise, daha önce Beş
Vakit ile bloğa konuk olan Reha Erdem’in, Hayat Var isimli filminden yola
çıkarak yazılmış. Yücel, benzer bir etkinin Üç Maymun’da da izlenebileceği bir
tür tedirginlik hissinin eşlik ettiğini belirtiyor seyir deneyimine: “Sonradan,
‘rahatsız edici’, ‘huzursuz’ gibi tabirlerin filmle ilişkili olarak sıkça
kullanıldığına tanıklık ettim. Bunun pek çok başka sebebi de olabilir, ancak
bizi çocuk imgesine atfedilen ‘masumiyet’in çok dışında kalan bir dünya
algısıyla karşılaştırması, Hayat Var'ın rahatsız ediciliğinin en köklü
nedenlerinden biri bana kalırsa,” diyerek de bitiriyor.
Sanırım
her iki filmde de, Baruter’in işlerini henüz görmesek de fikrinde, rahatsız ve
huzursuz eden hissin adı tekinsizlik. Yani tanıdık, yeni olmayan ama kişisel
tarihe bir anda saldıran, hortlatan. Tam da Yücel’in, çocuğun yetişkinler için
bir tedirginlik kaynağı olduğun söylemesi gibi:
“Çocuk, yetişkinler için bir
tedirginlik kaynağıdır. Ya büyümezse diye düşünürüz, ya olduğu gibi kalırsa?
Olduğu yerde sayıklayıp, emekleyip durursa? Ya bize yabancı kalırsa, bize
benzemezse? Kendimizi göremezsek onda, kendi varoluşumuzu onunla doğrulayamazsak?
Bizi aynalamayı reddederse? Ona biçtiğimiz masum çocuk rolünü oynamazsa? Ya
vücuduna bir şey batırdığımızda gözünden yaş gelmezse? Ya kan akmazsa
derisinden? Bize hep "yabancılığı"nı hatırlatıp durursa? Onda hayatı
görürüz; dilin dışında var olan hayatı, kültürle, alışkanlıkla henüz boğulmamış
nefesi. Davranışlarında dizginlenmemiş, terbiye edilmemiş olanı gördüğümüz
için korkarız ondan. Her yere gidebilir sanki, durduk yere kaçabilir, kendini
belirsize bırakabilir, sırra kadem basabilir. Onun baktığı yerde ne gördüğünü
bilememektir bizi tedirgin eden. Uçurumdan yere uzanan boşluğu yükseklik olarak
algılamayabilir, iki boyutlu bir resim görebilir orada, 'resme' düşebilir. Dünyayı bizim gördüğümüz biçimde göremezse diye düşünürüz, dünya
bildiğimiz dünya olmaktan çıkabilir. Başka bir dünyanın ihtimalini saklar her
çocuk bakışlarında; bizi korkutan o başka dünyadır, bizim dünyamıza benzemeyen,
ayaklarımızın yerden kesileceği, dilimizi yutacağımız başka bir dünya. Çocuğun
gözlerinin neler gördüğünü, neler görebileceğini bilmek istemeyiz, çünkü orada,
o uçsuzlukta kendimizi "büyümüş" sayamayacağızdır. Küçük düşürür bizi
çocuğun bakışları, bize kendi büyümemişliğimizi hatırlatır. Dizginlenmemiş
olasılıkların boşluğunda, kendimizi yetişkin göremeyeceğimizi; gururdan ve
onaylanmışlık duygusundan mahrum, cılız ve âciz, çocuktan daha çocuk, pişmanca
çocuk görüneceğimizi hatırlatır. Kendimize böyle görünmek istemeyiz. Çocuğu
öldürerek, kendimize benzeterek, onu büyüterek kurtuluruz bu utanç duygusundan.”