1 Ağustos 2012

Hayaletler


“In giving birth, a woman achieves what little boys achieved with the castration complex: Detachment and autonomy from the maternal imago. Just as the penis allows men to see themselves as totally separate and independent from women, so does the protruding belly of pregnancy give women that independence from the maternal imago.”
Lucy Holmes, bir önceki kayıtta yer alan “The Internal Triangle: New Theories of Female Development” isimli kitabında böyle diyordu. Holmes bu fikri, psikanalitik tarihe bakıldığında insan ruhsallığının gelişimini erkek merkezli açıklama girişimlerinden yola çıkarak geliştiriyordu. Ne ironikti ki, psikanaliz dünyasında analistlerin de danışanların da genellikle kadın olmasına rağmen, kadınların psikoseksüel gelişimi Freud’dan kalan bir mirasla hala karanlık bir kıtaydı. Zira bu çizgiden bakıldığında kadın ruhsallığı bir eksiklikler kataloğuydu. 
Yukarıda sözü edilen fazlalığın/penisin “kazanımlarını”, ona göre tanımlanınca eksik ve haliyle bağımlı hisseden kadının ancak gebe kaldığı ve doğurduğunda elde edebileceğini ileri süren açıklama girişimini bir eşitleme çabası olarak görmüyorum. Çok daha fazlasını sunduğunu düşünsem de, nihayetinde referans noktasını bu eksikliğe göre belirliyor gibi de düşünülebilir. Holmes’in ruhsallıktan yoksun doğum hikâyelerinin kalabalık nüfusu içinde, kişisel tecrübesinin izini sürmesini oldukça değerli buluyorum. Aşağıdaki paragrafta yer alan genellemelere temkinli yaklaştığımı belirterek, evin içiyle fazlasıyla özdeşleşme halinin ve hayaletleri savmanın herkese iyi gelebilecek bir tarafı olduğunu düşünüyorum: 
“İlk çocuğum doğduğunda, kişisel analizim devam ediyordu. 1985 yılında ikincisi dünyaya geldiğindeyse analist olma yolunda ilerliyordum. Gebelik ve doğum deneyiminin ne kadar derin ve çarpıcı bir tecrübe olduğunu ilkinde anlayamadım. Oldukça büyük bir hastanede, teknolojik bir deneyimdi. Daha küçük ve aile odaklı bir merkezde, normal olarak gerçekleşen ikinci doğum ise beni olduğumdan çok farklı bir yere taşıdı, değiştirdi. Farklıydım. Gebelik ve doğum bir kadının hayatında önemli bir dönüm noktasıydı. Böylece doktoramı, bu konu hakkında daha fazla neler bulabilirim merakıyla, kadınlarla psikanalitik bir çalışma yaparak şekillendirmeye karar verdim. Gebeliği/gebe kalamamayı problem etmiş ya da bir bebek sahibi olmakla ilgili çatışmalı duygular yaşayan kadınları iki grupta bir araya getirdim.
Çalışmanın başında benim için en çarpıcı olan, seans odasındaki hayaletlerdi. Evet kadınlar oradaydı ama anne ve babaları da… Gebeliği, ‘anneleri gibi olma’ olarak tarif edenler için bu fikir iticiyse kısırdılar. Eğer kadınlar babalarıyla annelerine göre daha fazla özdeşleşmişlerse, bebekle ilgili çatışmalı duygular yaşıyorlardı. Gebe olanların bebekleri de, bir yansıtma nesnesi olarak seans odasındaydı. Bu kendiliğin bir görünümü de olabilirdi. Benlik saygısı az anne adaylarının, bebeklerinin ‘kusurlu’ doğacağına ilişkin söylemleri artıyordu.       
İçsel nesneler olarak tarif edilebilecek ve her an bizimle birlikte olan bu hayaletler ruhsal yapıyı yoğunlaştırıyor, nesneler dünyasındaki bu karşılaşmalar, çarpışmalar gerginliği artırıyordu. Çalışma boyunca yaptığımız konuşmalarda, her biri kendi özgün biçimleriyle, son derece güçlü bir şekilde içselleştirdikleri anne ve baba nesnelerini ele alıyorlardı. Kendilerinin de bir ayağını oluşturduğu bu üçgen, gebelik ve doğum algısını etkilediği gibi, doğumla birlikte bir değişime uğruyordu. Doğumla birlikte bu imagolar yerini güçlü bir kendilik algısına bırakıyordu. Bu içsel dramanın odağındaki fetus dünyaya atıldığında, fantastik iç dünyadan dış gerçekliğe geçiş, güçlenme algısı yaratıyordu.”
Kaydın görselleri Mary Kelly'e ait. 70'lerde, anne ve çocuk motifine başka bir açıdan yaklaşan Post-Partum Document isimli süreç odaklı çalışmasından...