
Umut
Tümay Arslan tarafından hazırlanan “Bir Kapıdan
Gireceksin” isimli kitapta yer alan Fırat Yücel denemesi ise, daha önce Beş
Vakit ile bloğa konuk olan Reha Erdem’in, Hayat Var isimli filminden yola
çıkarak yazılmış. Yücel, benzer bir etkinin Üç Maymun’da da izlenebileceği bir
tür tedirginlik hissinin eşlik ettiğini belirtiyor seyir deneyimine: “Sonradan,
‘rahatsız edici’, ‘huzursuz’ gibi tabirlerin filmle ilişkili olarak sıkça
kullanıldığına tanıklık ettim. Bunun pek çok başka sebebi de olabilir, ancak
bizi çocuk imgesine atfedilen ‘masumiyet’in çok dışında kalan bir dünya
algısıyla karşılaştırması, Hayat Var'ın rahatsız ediciliğinin en köklü
nedenlerinden biri bana kalırsa,” diyerek de bitiriyor.
Sanırım
her iki filmde de, Baruter’in işlerini henüz görmesek de fikrinde, rahatsız ve
huzursuz eden hissin adı tekinsizlik. Yani tanıdık, yeni olmayan ama kişisel
tarihe bir anda saldıran, hortlatan. Tam da Yücel’in, çocuğun yetişkinler için
bir tedirginlik kaynağı olduğun söylemesi gibi:
“Çocuk, yetişkinler için bir
tedirginlik kaynağıdır. Ya büyümezse diye düşünürüz, ya olduğu gibi kalırsa?
Olduğu yerde sayıklayıp, emekleyip durursa? Ya bize yabancı kalırsa, bize
benzemezse? Kendimizi göremezsek onda, kendi varoluşumuzu onunla doğrulayamazsak?
Bizi aynalamayı reddederse? Ona biçtiğimiz masum çocuk rolünü oynamazsa? Ya
vücuduna bir şey batırdığımızda gözünden yaş gelmezse? Ya kan akmazsa
derisinden? Bize hep "yabancılığı"nı hatırlatıp durursa? Onda hayatı
görürüz; dilin dışında var olan hayatı, kültürle, alışkanlıkla henüz boğulmamış
nefesi. Davranışlarında dizginlenmemiş, terbiye edilmemiş olanı gördüğümüz
için korkarız ondan. Her yere gidebilir sanki, durduk yere kaçabilir, kendini
belirsize bırakabilir, sırra kadem basabilir. Onun baktığı yerde ne gördüğünü
bilememektir bizi tedirgin eden. Uçurumdan yere uzanan boşluğu yükseklik olarak
algılamayabilir, iki boyutlu bir resim görebilir orada, 'resme' düşebilir. Dünyayı bizim gördüğümüz biçimde göremezse diye düşünürüz, dünya
bildiğimiz dünya olmaktan çıkabilir. Başka bir dünyanın ihtimalini saklar her
çocuk bakışlarında; bizi korkutan o başka dünyadır, bizim dünyamıza benzemeyen,
ayaklarımızın yerden kesileceği, dilimizi yutacağımız başka bir dünya. Çocuğun
gözlerinin neler gördüğünü, neler görebileceğini bilmek istemeyiz, çünkü orada,
o uçsuzlukta kendimizi "büyümüş" sayamayacağızdır. Küçük düşürür bizi
çocuğun bakışları, bize kendi büyümemişliğimizi hatırlatır. Dizginlenmemiş
olasılıkların boşluğunda, kendimizi yetişkin göremeyeceğimizi; gururdan ve
onaylanmışlık duygusundan mahrum, cılız ve âciz, çocuktan daha çocuk, pişmanca
çocuk görüneceğimizi hatırlatır. Kendimize böyle görünmek istemeyiz. Çocuğu
öldürerek, kendimize benzeterek, onu büyüterek kurtuluruz bu utanç duygusundan.”