Bu sabah karşılaştığım bir haber sonrası, milletvekili adaylarının tanıtıldığı şu günlerde, geçen sene gecikmeli olarak sunduğum yüksek lisans tezimden bazı bölümleri paylaşmaya karar verdim.
1877’deki ilk Osmanlı parlamento deneyiminden 2007 yılında yapılan son seçimlerin oluşturduğu parlamentoyu da içine alacak şekilde, milletvekillerini meslek, eğitim, yaş ve cinsiyet gibi sosyal kategoriler açısından incelemeyi ve parlamentoların sosyal profilini ortaya koymayı amaçladığım çalışma, elbette Türkiye’nin "modernleşme" sürecinin tarihsel arka planı eşliğinde ve ilgili dönemlerde parlamentoların yapısı ile anlam kazanıyor. Nihayetinde bu tez, tıpkı diğerleri gibi, amacına ulaşmak için tartışılmaya ihtiyaç duyuyor.
Önemli olduğunu düşündüğüm verilerden ilki, 1877 yılındaki ilk parlamento ile 1919 yılında yapılan son Osmanlı seçimlerinin ortaya koyduğu parlamento arasında izlenen fark. Zira Müslüman olmayan azınlıkların temsili noktasında ortaya çıkan bu farklılık, sonraki dönemleri anlamak için ipuçları içeriyor. Osmanlı parlamentolarının çok dinli ve kültürlü yapısında, zaman içinde negatif anlamda meydana gelen değişim, Tanzimat’la birlikte siyasi birliği sağlamak amacıyla tartışılmaya başlanan Osmanlıcılık siyasetinden milliyetçiliğe doğru evrilmenin göstergesi gibi. Kısmen son Osmanlı Mebusan Meclisi de dahil olmak üzere, Birinci Büyük Millet Meclisi ve sonraki parlamentolarda “Türk” ve “Müslüman” olmayan milletvekili neredeyse yok!
Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyet’e geçiş evresinde kurulan parlamentolar, Osmanlı’nın son döneminde devlete yeni şeklini veren gücün, toplumsal meşruiyet temelini oluşturan bir işlev görmüş. Toplumla kurduğu bağ ve ideolojik donanım bakımından büyük ölçüde Türkiye Cumhuriyeti’ne de aktarılan bu kadrolar, asker ve sivil bürokrat kökenli bir iktidar oluşturmuş. 1923’ten itibaren tek partili yıllar boyunca parlamentonun bürokrat ağırlıklı bu görüntüsü, DP iktidarıyla birlikte serbest meslekler lehine değişmiş. Çok partili dönemle birlikte, bürokratların parlamentodaki oranları, askeri darbeler sonrası oluşan parlamentolardaki artışlar dışında, bir daha hiçbir zaman tek partili yıllardaki temsili gibi olmamış.
Öte yandan bürokrasinin sivil kanadından gelen milletvekillerinin temsil oranı RP’nin birinci parti olarak çıktığı 1995 seçimleri ve AKP’nin kazandığı ilk seçim olan 2002’de yarı yarıya azalmış. Oysa vali, vali yardımcısı ya da kaymakamlık yaparken, milletvekili olabilmek için görevlerinden istifa eden sivil bürokratların en yüksek oranda temsil edildikleri dönem 1995 ve 2007 seçimlerinden sonra olmuş. 1980 sonrası tüm yasama dönemleri boyunca, parlamentoya girmeyi başaran partiler içinde, sadece CHP’de daha önce bu görevlerde bulunan milletvekiline rastlanmıyor.
1980’lerden sonra ivme kazanan bir diğer meslek kategorisi girişimciler. 1990 yılında kurulan ve “muhafazakâr” kimliği ağır basan işadamlarının kurduğu MÜSİAD’ın, 1991-2002 yılları arasında parlamentoya taşıdığı sadece 1 milletvekili var. 1995 yılında RP listesinden parlamentoya giren 1 MÜSİAD üyesi milletvekiline karşın, 2002-2007 seçimlerini kazanan AKP’de, MÜSİAD üyesi 20 milletvekili bulunuyor.
1980 sonrası tüm yasama dönemleri boyunca ticaret ve sanayi odalarına üye milletvekillerinin en yüksek oranda temsil edildiği parlamentolar, 2002 ve 2007 yıllarında yapılan seçimler sonucu oluşan parlamentolar. 1983 seçimlerinin ardından ticaret ve sanayi odasına kayıtlı 5 milletvekili varken, genellikle Anadolu’daki odalara kayıtlı milletvekillerinin oluşturduğu bu sayı, 2007 seçimlerinden sonra neredeyse on kat artıyor.
Yerel yönetimden gelen milletvekillerinin en düşük temsil edildiği parlamentoyu, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından yapılan 1983 seçimleri belirlemiş. En yüksek temsil oranı ise, AKP’nin 2002 ve 2007 seçimlerinin ardından gerçekleşmiş.
Belirlenen parametreler, sınıflandırmalar ve belki de dönemlendirme konusunda başka türlü çalışmalara her zaman açık bu alan, Türkiye’de parlamentonun hiçbir zaman salt kendi varlığı ve iç yapısıyla anlaşılabilecek bir kurum olmadığı gerçeğiyle yan yana duruyor. Dün de öyle, bugün de...
Yerel yönetimden gelen milletvekillerinin en düşük temsil edildiği parlamentoyu, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından yapılan 1983 seçimleri belirlemiş. En yüksek temsil oranı ise, AKP’nin 2002 ve 2007 seçimlerinin ardından gerçekleşmiş.
Belirlenen parametreler, sınıflandırmalar ve belki de dönemlendirme konusunda başka türlü çalışmalara her zaman açık bu alan, Türkiye’de parlamentonun hiçbir zaman salt kendi varlığı ve iç yapısıyla anlaşılabilecek bir kurum olmadığı gerçeğiyle yan yana duruyor. Dün de öyle, bugün de...