16 Ocak 2012

Rahim/Tabut


Harun Atak, Spleen Fanzin için, son kısa filmi  “Entrechat“ı henüz tamamlayan Tan Tolga Demirci ile konuşmuş. Tamamına, surrealismus.blogspot.com  adresinden ulaşabileceğiniz röportajdan aşağıdaki alıntıları, kendi zihinsel kurgum çerçevesinde biraraya getirdim. Bir “gösteren” olarak daha önce de başvurduğum Demirci’nin ifadelerini, aylar önce yine aynı adreste görüp sakladığım fotoğrafla yan yana kullanmak istedim:
"Soru: Tabutunuz dev bir müzik kutusu olarak dizayn edilseydi orada neler çalsın isterdiniz?
Yanıt: Çocukluk döneminde saklambaç oynarken, yüzümü bir ağaç gövdesine dayayıp gözlerimi yumduğumda, sayıları tuhaf bir melodiyle mırıldanırdım. Hatta melodi hiç bitmesin diye mümkün olduğunca yavaş saymaya özen gösterirdim. Sonunda gözlerimi açar ve yumduğum ağaç gövdesinin annemin bedeniyle yer değiştirmiş olduğunu görürdüm. O an, tuhaf bir biçimde saklayacak ya da saklanacak hiçbir yerin kalmadığı gerçeğiyle yüzleşirdim. Tabutumda da bilincimin çok uzaklarında olan bu melodinin çalıyor olmasını isterdim. Sonuçta tabut da tıpkı ağaç gövdesi gibi hayata gözlerinizi yumduğunuz yer değil midir?
Soru: Kadınların yüksek topuk giymesini ve jeep gibi yüksek araçların tercih edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Yanıt: Kadınlar, tanrıya daha yakın olabilmek için yüksek topuğu tercih ediyor olmalılar. Jeep kullanan kadınlar için aynı şeyi iddia etmenin doğru olmayacağını düşünüyorum. Jeep'ler, ilksel cennet arketipinin yerini tutan güvenlikli bölgeler. Ne var ki size sunulmuş 'hazır cennet' mekânları sayesinde gerilemiş olduğunuz yer annenizin değil, kapitalizmin rahmi. Jeep'i tercih eden kadın, keşfedemediği kendi rahminin günahını, yitik cennet temsili olan arabasının içinde çıkarır.
Soru: Alfabetik Düşler'de M-arriage kısmında evliliğin tekdüzeliği ile Mc Donalds'ın imgesi M harfi arasında nasıl bir ilişki var?
Yanıt: Kapitalizmin oral dönemi olan Mc Donalds'ın, yiyerek içe alma dürtüsünü kışkırtmasına bezer biçimde, evlilik de merkezi libidoyu ahlaki anlamda manipüle ederek, onu, sözde duygusal-ekonomik sermayenin aile çatısında bir araya geldiği yerel bir merkez bankasına dönüştürür. 'M' harfi, harften öte bir sözcük, bir cümle ve tüketimi hedefleyen bir dürtü ile ahlaki bir kurum olan 'aile' arasındaki kapitone noktasıdır.
Soru: Kısa filmlerinizde yer alan sürrealist öğeler nasıl bir sürecin sonucunda ortaya çıkıyor, rüyalarınızın ve çocukluğunuzun bu sürece etkisi ne yönde?
Yanıt: Zihinsel anlamda kat ettiğim her yol, bir önceki yolda bıraktığım nesnelerle müthiş bir uyumsuzluk taşıyor. İmgenin ortaya çıkışı, tam da bu uyumsuzluk üzerinden kuruyor kendini. Nesnel gerçeklik ve düşsel gerçek arasındaki uyumsuzluk, kendiliğinden bir imge akışı olarak görselleşirken, çocukluk ve 'olgunluk' arasındaki uyumsuzluk, kurgusal bir öykünün tam kıyısında, sürrealizme hizmet eden bir yarık açıveriyor. Her ne kadar düşsel imge, 'kendiliğinden' bir teşhir gücüne sahip de olsa, akli olanla temsil edilen olgunluk sürecinin ayakta kalabilmesi için zorunlu bir takıntı olan 'estetik' algıyı, hiç de sürrealistlerin sevmediği şekilde bu imge zincirini manipüle etmek adına kullanıyorum.
Soru: Nasıl bir öykü okumak tedirgin eder sizi ve hemen filmini çekmek istersiniz?
Yanıt: Bana tekinsiz gelen, kendimi içinde konumlandıramadığım bir mekânın ya da 'yüz'ün kişisel tarihime olan apansız saldırısıdır. Böylesi bir yokluğun absürt bir nesne ya da olay örgüsü üzerinden kendi tekinsiz varlığını kurma zorunluluğu da yok aslına bakılırsa. Örneğin yalnızca 'meme'yi anlatan/gösteren bir romanda kendinizi O'nun yerine koymanız büyük ölçüde olasıdır. Ya da hiç bilmediğiniz dilde yazılmış bir öyküyü okurken dahi sözcüklerle aranızda bir fantezi alanı kurabilirsiniz. Sözüne ettiğim ve içinde 'ben'i taşımayan, 'ben' olamadığım tekinsizlik, tanıdık bir görüntünün, hiç tanımadığım yanılsamasını yaratan bir görünüme dönüşmesi ile mümkün olabilir ancak. İşte bu asla soyut olmayan görünümü, kaygı uyandıran ve beni yok sayan varlığına rağmen filmleştirebilmek isterdim."