“Günün
herhangi bir zamanı ama sıklıkla sabah bulantıları, her gebe kadın için olağan
sayılan gerçeklerden biridir. Ancak mutlaka yaşanacak demek değildir.
Araştırmalar, gebe kadınların yaklaşık yarısında sabahları bulantı ve
kusmaların görüldüğünü ortaya koymaktadır.
…Sabah
bulantılarının en iyi yanı, tıpkı diğer gebelik belirtilerinde olduğu gibi
hormonlarınızın görevlerini yaptığının bir göstergesi olmasıdır. Sabah
bulantılarına neden olan şey nedir? Bunun yanıtı kesin olarak bilinmemektedir.
Ancak bu konuda çok sayıda varsayım bulunmaktadır. Bulantı ve kusma
merkezlerinin beyinde olduğu bilinmektedir. Beyindeki bu merkezin gebelik
döneminde neden aşırı uyarıldığına ilişkin çok sayıda bedensel neden ortaya
atılmıştır. Gebeliğin ilk üç ayı içerisinde kanda gebelik hormonu olan hCG’nin
yüksek düzeyde bulunması, rahim kaslarının hızlı biçimde gerilmesi, sindirim
sistemindeki kas dokularının gevşemesi, midede aşırı asit salınımı ve kokulara
karşı duyarlılık artışı ileri sürülen tahmini nedenlerin bir bölümüdür.”
Yukarıdaki
paragrafı, kadınlar için en az sabah bulantıları kadar olağan sayılan bir diğer
durumu, hamileliğin/doğumun otomatik olarak keyif ve neşe oluşturduğu kabulünü
anlamak için koydum. Zira yaşam döngüsü içinde stresli ve endişe üreten
dönemlerden biri olan bu süreç, hayatın en mutlu zamanı olması gerektiğine inandırılıyor.
Bu “en mutlu anlar” psikolojik sıkıntıların sebep olduğu fiziksel semptomları sıradanlaştırıyor.
Ben de bugün, kusma ve çocuk sahibi olma arzusu arasında ilişki kuran çok eski
bir çalışmayı paylaşmak istedim. Psikanalitik temelli bu araştırma, dikkatimizi
semptomun anlamına çevirmemiz için bir başlangıç olabilir. Nitekim makale, daha
önce bu konuda yapılan araştırmaların eksikliği (örneklemin belirsizliği,
gözlemcinin müdahalesi) ve tanımlamaların yetersizliğini (anneliğin reddi ya da
çocuğa karşı karışık duygular besleme) belirterek başlıyor. Hafif ya da
şiddetli, kusma, kadınların ruhsal durumlarının bir yansıması olarak
değerlendiriliyor. Sembolik olarak çocuğu reddetme, hatta oral bir kürtaj
denemesi. Daha yakın tarihli çalışmalar, kusmaya sebep olan motivasyonu çocuğu reddetme olarak değil de, istemek ve istememek arasında bir duygu durumu olarak
tanımlıyor.
Araştırma,
18-38 yaş aralığında 100 kadın üzerinde gerçekleştirilmiş. Kadınların sözel
olarak ifade ettikleri bilinçli düşünceleri ile sınırlandırılmasına rağmen, bir
çocuğa sahip olma konusunda karışık duygular yaşayan kadınlarla kusma eylemi
arasında bir korelasyon kurulabilmiş. İlgili linkten ulaşabileceğiniz sayısal
sonuçları, meseleyi anlayabilmek için gerekli olmadığı için paylaşmıyorum. Çünkü
yazıda ifade edildiği gibi sonuçlar, konuya aşina klinik çalışanlar tarafından
doğrudan benimseneceği gibi, analitik çalışmayan kimi psikologlar için de kesin
bir istatistiki veri sunmanın uzağında olarak yorumlanacaktır.
Kadının
çocuğuna karşı yaklaşımı, kusma eylemi için bir faktör oluşturuyor. Ama
sonuçlar gösteriyor ki, bu eylemi tetikleyen etmen reddetme olarak
tanımlanmıyor. Bu daha çok, çocuğu istemek ve istememek arasındaki eğilimlerin
çatışmasıyla ortaya çıkıyor. Kusma, birbiriyle karşı karşıya gelen iki ayrı
duygunun bir göstergesi oluyor. Belki bu çatışmalı alan başka pek çok şekilde
kendini ortaya koysa da, kusmak bu dışavurumun en popüler formunu oluşturuyor. Nihayetinde
sayısal verilerle anlaşılmaya çalışılan bu ilişkinin, analitik teoriyi
destekleyip desteklemediği tartışılabilir. Kelimelerle belirlenen, kişi
tarafından yönlendirilen analitik çalışmanın da niyeti, bir sebep üretebilmektir.
Bulunanlar, geçerli bir açıklamaya doğru ilk adım olarak kullanılır. Her kusan
kadının çocuğunu istemediği gibi bir sonuca varmak nasıl zorsa, bu semptomu
sıradanlaştırmak, üzerine hiç düşünmemek de, sürecin başında ya da sonrasında
hissedilenleri görmezden gelmektir. Her kadının fiziksel ve ruhsal durumuna
göre şiddeti değişen bulantı, yine son derece kişisel bir reçeteyle
bastırılabilir. Ya da hafif bulantı her zaman
iyidir!