Sarah
M. Nelson’ın “Gender in Archaeology: Analyzing Power and Prestige” isimli
kitabından aktarıyorum:
“Bereket
Tanrıçası, Avrupa’da ve Güneybatı Asya’da, üstelik oldukça geniş bir yelpazede
kullanıldığından, bu kavramı tartışmak gereksiz sayıldı. (Üzerinde
çalıştığıheykelleri bu etiketle sınırlamayan araştırmacılar olmasına rağmen)
Büyük memeler ya da geniş mideler, emzirmenin simgeleri olarak düşünüldüğünden,
tüm heykelcikleri doğurganlıkla birlikte ele alma eğilimi, özellikle Akdeniz
havzasında ortaya çıkan tüm dinlere, doğurganlık-tanrıça ilişkilendirmesiyle
yansıdı. Ancak konsept dünyanın çeşitli bölgelerine farklı şekillerde
uygulandı. Bu heykelleri, yazılı kaynaklar olmaksızın doğurganlıkla birlikte
düşünmek problemli. Zira böyle bir genelleme kabul edilemez. Alçısı mitoloji
olan bu standardizasyon tutarlı bir hikâye gibi görünebilir ama kulağa arkeolojik
gelen bir tarafı yok. Nitekim mevcut ele alış kadını ölümsüz, bereketli ve
pasif kılarken, erkeği bireysel ve aktif rolüyle kahramanlaştırıyor. Her ne
kadar kadının doğurganlığı kavramına atfedilen kutsallık, bazı kadınlar
tarafından coşkuyla benimsense de, bu yaklaşım biçiminin araştırılmaya ihtiyacı
var.
Ann
Cyphers Guillen, Meksika yakınlarında bulunan ve % 92’si yetişkin
kadınlarıtemsil eden kısıtlı sayıdaki heykel üzerinde gerçekleştirdiği
araştırmasında, bebek emziren ya da taşıyan heykellerin dışında kalanları,
gebeliğin üç evresine göre gruplandırıyor. Ona göre küçük memeli olmak gebe
olmamanın bir işareti. Ya da dolgun bir vücut ancak hamillerde bulunur. Bu bir
çeşit playboy zihniyeti, hamile değillerse kadınları düz bir karna hapsediyor.
‘Bu
sexist model kadınları özgürleştirebilir mi?’ diye soran Jo Ann Hackett, bu
kavramın kadınları her yerde, herhangi bir değişim ya da gelişim göstermeden,
ama en çok tarihsiz olarak resmettiğini belirtiyor.
Kadın
heykelleri üzerinde çalışan bir diğer araştırmacı Diane Bolger, zaman içinde
değişiklik gösteren ilginç bulgulara rastlıyor. Öyle ki bu heykeller, sosyal
hiyerarşiyi meşrulaştırmak ve belirli amaçları manipüle etmek için kullanılan
dini ritüellerin sembolleri. Bu ritüeller, Bronz Çağı boyunca radikal sosyal ve
ekonomik değişikliklere paralel şekillenen sosyal yapı içinde, kurumsallaşmaya
başlayan bir eşitsizlik inşa ediyor. Bolger, tek boynuzlu erkek heykellerinin
ortaya çıkışına paralel olarak doğurgan kadın heykellerinin kayboluşunu da,
ataerkil ailenin ortaya çıkışı olarak yorumluyor.”