20 Nisan 2012

Bereket Tanrıçası

Kayıtta kullandığım iki resim, bu sene çıkılan bir yolculuğun harikulade anlarına ait. Biri kadın diğeri erkek, karşı takımlardan iki Pictionary oyuncusunun takım arkadaşlarına çizerek anlatmaya çalıştığı kelime ise “ikiz.” Anne karnında iki kişi olmak ve birbirine benzerlik üzerinden yola çıkılarak çizilen bu resimlerden ilki, bir takıma hızla sayı kazandırırken diğeri, oldukça eğlenceli sohbetlere sebep oldu. Aşağıda bulacağınız metni ilk okuduğumda, görsel olarak konuyla ilgili bir fotoğraf kullanmaktan çok, aklıma bu “zihinsel heykeller” geldi. Hem kelimelerin çoklu çağrışımlarını görmek, hem de dille inşa edilen bilinçli ve bilinçdışı süreçleri izleyebilmek için sembolik bir anlamı olduğunu düşündüm. Üstelik, bir süredir kutsal olanı aşındırma niyetiyle girdiğim diğer kayıtlarla da pekala örtüştü.
Sarah M. Nelson’ın “Gender in Archaeology: Analyzing Power and Prestige” isimli kitabından aktarıyorum:
“Bereket Tanrıçası, Avrupa’da ve Güneybatı Asya’da, üstelik oldukça geniş bir yelpazede kullanıldığından, bu kavramı tartışmak gereksiz sayıldı. (Üzerinde çalıştığıheykelleri bu etiketle sınırlamayan araştırmacılar olmasına rağmen) Büyük memeler ya da geniş mideler, emzirmenin simgeleri olarak düşünüldüğünden, tüm heykelcikleri doğurganlıkla birlikte ele alma eğilimi, özellikle Akdeniz havzasında ortaya çıkan tüm dinlere, doğurganlık-tanrıça ilişkilendirmesiyle yansıdı. Ancak konsept dünyanın çeşitli bölgelerine farklı şekillerde uygulandı. Bu heykelleri, yazılı kaynaklar olmaksızın doğurganlıkla birlikte düşünmek problemli. Zira böyle bir genelleme kabul edilemez. Alçısı mitoloji olan bu standardizasyon tutarlı bir hikâye gibi görünebilir ama kulağa arkeolojik gelen bir tarafı yok. Nitekim mevcut ele alış kadını ölümsüz, bereketli ve pasif kılarken, erkeği bireysel ve aktif rolüyle kahramanlaştırıyor. Her ne kadar kadının doğurganlığı kavramına atfedilen kutsallık, bazı kadınlar tarafından coşkuyla benimsense de, bu yaklaşım biçiminin araştırılmaya ihtiyacı var.
Ann Cyphers Guillen, Meksika yakınlarında bulunan ve % 92’si yetişkin kadınlarıtemsil eden kısıtlı sayıdaki heykel üzerinde gerçekleştirdiği araştırmasında, bebek emziren ya da taşıyan heykellerin dışında kalanları, gebeliğin üç evresine göre gruplandırıyor. Ona göre küçük memeli olmak gebe olmamanın bir işareti. Ya da dolgun bir vücut ancak hamillerde bulunur. Bu bir çeşit playboy zihniyeti, hamile değillerse kadınları düz bir karna hapsediyor.
‘Bu sexist model kadınları özgürleştirebilir mi?’ diye soran Jo Ann Hackett, bu kavramın kadınları her yerde, herhangi bir değişim ya da gelişim göstermeden, ama en çok tarihsiz olarak resmettiğini belirtiyor.
Kadın heykelleri üzerinde çalışan bir diğer araştırmacı Diane Bolger, zaman içinde değişiklik gösteren ilginç bulgulara rastlıyor. Öyle ki bu heykeller, sosyal hiyerarşiyi meşrulaştırmak ve belirli amaçları manipüle etmek için kullanılan dini ritüellerin sembolleri. Bu ritüeller, Bronz Çağı boyunca radikal sosyal ve ekonomik değişikliklere paralel şekillenen sosyal yapı içinde, kurumsallaşmaya başlayan bir eşitsizlik inşa ediyor. Bolger, tek boynuzlu erkek heykellerinin ortaya çıkışına paralel olarak doğurgan kadın heykellerinin kayboluşunu da, ataerkil ailenin ortaya çıkışı olarak yorumluyor.”