Başka
niyetlerle yola çıkmıştım ama oradan oraya sekerek ulaştığım bu kitabı kaydetmeden
geçemedim. Kitabın ismi The Psychoanalysis of Symptoms. Yazarı Henry Kellerman. Kitabın okumaya
izin verilen bölümleri bir dizi vaka analizini içeriyor. Bunlardan ilki 11
yaşında bir çocuğun yolculuğunu konu alıyor. Fark edilen ilk semptom, çocuğun
yatağın altına şişeler koyması. Onun ifadesiyle ise bir tedavi yöntemi.
İyileştirmeye çalıştığı da midesinde duyduğu tuhaf hisler.
Yazarla
yolları, psikiyatrist olan babasının, çocuğun yatağın altına koyduğu şişeleri
kazara fark etmesiyle kesişiyor. Babası Kellerman’a, bulguların oldukça ağır
olduğunu ve ilaç tedavisinin seçenek olarak düşünülmesi gerektiğini söyleyen
psikiyatrist meslektaşına ve haftada iki seans psikoterapi öneren bir psikoloğa
danıştıktan sonra başvuruyor. Kendisi de bir profesyonel olmasına rağmen, çocuğunun durumuna nasıl yaklaşacağını bilemeyen baba, çocuğuyla yaptığı bir
dizi konuşmanın sonunda, bulguların birkaç ay önce başladığını ve kademeli
olarak da sıklığının arttığını aktarıyor. Yazar,
ilk görüşmede, yaşına göre oldukça zeki bu çocuk için oyun terapisini eliyor.
Çünkü çocuğun içinde bulunduğu durumu anlamaya ve acı vermeyen ama tıpkı
hüzünlü duygular gibi rahatsız edici olan bu hislerden kurtulmaya hevesli
olduğunu görüyor. Semptomları çözümleyebilmek için uygulanacak süreci şöyle
özetliyor:
“Burada
belirsiz bir uyaranın tetiklediği bir his ve bir yükümlülük/zorunluluk hissiyle
harekete geçme durumu vardı. Bağımsız değil, tam tersi birbiriyle ilintili bir
aşama. Gerçekleşmeyen bir arzu, bunu tersine çevirememenin karşısında duyulan
öfke ve bu öfkenin yöneldiği bir kişi. Her belirti gerçekleşmeyen bir arzunun
yarattığı hayal kırıklığı ile ortaya çıkar. Çocuğun farkında olmadığı bu arzusu
neydi? Bir belirti varsa, bastırılmış bir öfke de vardır; üstelik tüm duygular,
öfke de dahil, bir nesneye, kişiye yönelir. Bu çocuk kime öfkeliydi? Yatağın
altındaki şişeler, belirli bir duyguyla (öfke), biriyle (Kim?) ve bloke edilen
ya da gerçekleşmeyen bir şeyle (arzu) ilgiliydi.
İlk
zamanlar ara sıra hissettiği bu duygular, şişeleri yatağın altına koymasıyla sihirli
biçimde geçiyordu. Aralıkları arttıkça ve kontrol edilemez bir noktaya
geldiğinde endişe başlamıştı. Ona göre bu durum kendiliğinden ortaya çıkmıştı.
En azından başlamasına sebep olabilecek önemli bir olay hatırlamıyordu. Bense
başlangıç noktası konusunda inatçıydım. Zira henüz tanımlamamış olmamız böyle
bir noktanın olmadığı anlamına gelmiyordu. Biraz çalıştıktan sonra, midesinde
hissettiği bu duygulardan kısa bir süre önce, anne ve babasının çok büyük bir
kavga ettiklerini hatırladı. Daha önce onları hiç böyle görmemişti. Kıpkırmızı
yüzlerle birbirlerine bağırıyorlardı. Boşanmaktan bahsediyorlardı. Onu korkutan
ve sıkıntıya sokan babasının annesini boşama tehdidiydi. Annesinin verdiği karşılık
ise, ona sadece bir savunma mekanizması olarak yansımıştı.
Bu
çağrışım önemli bir tetikleyici faktör olabilirdi. Bu noktada dikkatimi “Kim”e
çevirdim. Bana göre bu kişi babasıydı. Bu fikrimi ileri taşımak için bir dizi
soru sordum. Şişeleri hangi yatağın altına koymuştu? Tabii ki anne ve babasının
yatağının altınaydı. Peki, şişeleri yatağın neresine koyuyordu? Belli bir yer
var mıydı yoksa rastgele mi seçiyordu? Öfkenin bir kişiye yöneldiğini
bildiğimizden şişeleri yatağın ortasına koymadığından emindim. Cevap beni
şaşırtmadı: ‘Her zaman babamın tarafına.’ Öfkenin hedefindeki kişi kesin olarak
babaydı. Şimdi şişeler hakkında daha fazla bilgiye sahip olmamız gerekiyordu. Ne
çeşit şişeler olduğunu, ebatlarını öğrenmek istedim. Bazıları küçük, bazıları
büyüktü ama hepsi ilaç şişesi ya da ilaçla ilgiliydi. Verdiği bu karşılıkla, arzusunu
da netleştirmiştik. Kolayca anlaşılabileceği gibi şişeler sembolikti. İlacın
tedavi için kullanıldığını düşününce, annesini sevmeyen babanın iyileştirilmeye
ihtiyacı vardı. Baba anneyi sevecek, böylece boşanma olmayacak ve arzusu yerine
gelecekti. Ailenin bütünlüğü sağlanacak, iç dünyasını tehdit eden faktör
ortadan kalkacaktı!
Her
ne kadar bilinç düzeyinde hissettiği duygu korkuysa da, bilinçdışında öfke
duyuyordu. Farkında olmadığı bu öfke, sevgi ile birlikte gerilimli, çatışmalı bir
alan yaratıyordu. Ona zarar veren bu öfkeydi. Dikkat gerektiren de buydu. Korkusuna
odaklanarak tedavi etmeye çalışmak sonuç vermeyecekti.”