8 Kasım 2010

Küçükyalı Arkeopark

En sonunda dün, Küçükyalı Arkeopark’ı ziyaret edebildik. Anadolu yakasının en geniş ve en iyi korunmuş bu arkeolojik alanı, Bisans’tan kalan büyük bir manastır kompleksinin merkezi. Bu kompleksin en önemli kalıntısı ise üst bölümü çökmüş olan çok kubbeli sarnıç. Duvarları ve suyun ilk ulaştığı iç bölümü sapasağlam ayakta. Bu yapının benim için en etkileyici bölümü, ışıkları en son yanan su kanalı oldu. Yukarılardan, Başıbüyük tepelerinden gelen suyu taşıyan kanal, şimdilerde kesintiye uğrasa da, yerin altında ilerleyen gizemli bir patika gibi.
Bize memnuniyetle rehberlik eden Berna’nın anlattıkları ve kişisel kazı deneyimleri, pazar öğleden sonramızı tıpkı bu bölge gibi benzersiz kıldı. Burası gerçekten kendine özgü bir yer. Tarihi yarımadada ya da İstanbul’un diğer bölgelerinde başka bir örneği yok. Çünkü diğer komplekslerin (Kariye örneğin) kilise dışında kalan yapıları ortada yok. Burada ise sarnıç, onun üstünde kalan kilise kalıntıları, geçen sene Berna’nın birebir çalıştığı manastır kulesi ve onları çevreleyen istinat duvarları mevcut. Bu duvarlar fotoğraflarda da görebileceğiniz gibi bazen yola taşıyor, kimi zaman evlerin duvarlarıyla birleşiyor. Bir yanıyla üzerindeki yapılara direnip, yeraltında kalan büyük bir yerleşim alanının ipuçlarını veriyor.

Berna önce sarnıcı gezdirdi; su geçirmez turuncu sıva kalıntıları gösterdi. Sarnıcın dışında yaptığımız kısa tur sırasında da anlattı:
  • Sarnıcın üstüne çıkmak için etrafını dolaştığımız yerin önceki yıllarda yol olduğunu ama girişimlerle kazı alanına dahil edildiğini,
  • Numaralandırılan toprak katmanlarını,
  • Her çalışma sezonunun sonunda kazı alanını kapatmak için kullanılan örtüyü,
  • 2010 kültür başkenti vesilesiyle desteğin arttığını ama önümüzdeki yıl sponsor arayışı içinde olduklarını,
  • Kazı alanının hemen yanındaki boş arazide başlatılan çalışmaların durduğunu; mahkemelik olunan arsa sahibi İş Bankası’nın burası için muhtemelen başka planları bulunduğunu!
  • Manastırın kulesinde çalışmanın “baş döndüren” bir deneyim olduğunu,
  • Önemli destekçilerden birinin mahallenin kadın muhtarı Ayşem Moroy olduğunu,
  • İmparator Michele I Rangabe’nin oğlu patrik Ignazius tarafından 9. yüzyılda inşa ettirildiğini,
  • Çoğunlukla eğitim atölyelerinin düzenlendiği alanda, fenerlerle gelmelerini istedikleri öğrencilerin oldukça eğlendiklerini,
  • Zamanında Bizans’ın banliyösü olan bu alanın isteyen herkese açık olduğunu,
Burada kazılar, duvarların ardında yapılmıyor. Her şey şeffaf. Hemen yanındaki oyun parkı ile arkeopark bir tırmanma mesafesinde!
Kazı ekibinin başında olan Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alessandra Ricci, Açık Radyo’da uzun zaman önce katıldığı programda şöyle diyordu: “Yenikapı, Üsküdar ya da Sirkeci’de sürdürülen kurtarma kazılarından farklı olarak burası, İstanbul’da yürütülen tek bilimsel arkeolojik kazı projesi.”
Elbette bu vurgunun bir anlamı var. Çünkü kent arkeolojisi kavramı içinde değerlendirilebilecek bu kazılar; sistemli, interdisipliner ve kent yaşamıyla bütünleşmeyi, iç içe olmayı hedefliyor. Zira kentlerin kökeni, geçmişi, sürekliliği gibi kavramların sembolleri sadece anıtsal yapılar, geleneksel doku değil; bu yapıların çevresi de aynı zamanda. Her dönemde kenti zenginleştiren, çeşitlendiren katmanların “yerin altından üstüne doğru ortaya konması” kentin ve toplumun kimliği açısından önemli.


Not: 28 Kasım 2010 pazar günü Berna'dan gelen bir email, İş Bankası'na ait parseller için Koruma Kurulu'nun inşaat yapılamaz kararı verdiğini müjdeliyordu.