28 Kasım 2010

1980'leri Hatırlamak

Yer: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Tarih: 26 Kasım 2010
Başlık: İstanbul’u Hatırlamak
Önümüzdeki yıl bu zamanlarda 12.’si gerçekleştirilecek İstanbul Bienali’nin küratörleri Adriano Pedrosa ve Jens Hofmann, belki de kendileri için bir yol haritası ortaya koyabilmek için, elbette İKSV ile birlikte, şimdiye kadar yapılan tüm bienallerin küratörlerini ve bu bienallere katılan sanatçılardan bazılarını bir araya getirerek, bir konferans organize etti. 12. Bienal’in halka açık bu ilk organizasyonunun birinci gününde, ben de oradaydım. Bu bir nevi anma toplantısı, sadece Türkiye çağdaş sanat tarihine değil, aynı zamanda Türkiye’nin yakın dönem toplumsal, ekonomik ve siyasi tablosuna bakabilme fırsatı sundu salondakilere.
Şimdiye kadar gördüğüm programına en sadık ve dakik bu konferans, sanırım başarısını, zaman zaman insanı zorlasa da, vermediği aralara borçlu. Nitekim ilk ara, saban 10’da başlayan ve 3 konuşmacının 1’er saatlik dilimler halinde yaptığı sunumlara ayrılan ilk oturumdan sonra geldi! Yemek molasından sonraki ikinci oturuma da ilgi, tıpkı ilk saatlerindeki gibi, hiç az değildi. 
280 adet üç maymun ve 64 adet bereket tanrısı! ve
onların oluşturduğu Türkiye haritası... 
Ulus devlet, görmeyen, duymayan, konuşmayan bir halk, 
erkek egemen kültür gibi ağır sorunlarımızın çarpıcı tezahürü.
Küratörlerin, bienali gerçekleştirdikleri sırayla sahneye çıktıkları organizasyonda tek eksik, 1997 yılında yapılan 5. Bienal'in küratörü Rosa Martinez’di. İlk konuşmacı da haliyle, İstanbul Bienali’nin bienal olarak adlandırılmadığı zamanlarda, elini taşın altına koyan Beral Madra’ydı. “25 sene önceki bir olayı size anlatabileceğim için çok mutluyum” dedi konuşmasının başında. Onunla başladığımız bu 25 senelik yolculuktan geriye kalan çok şey var elbette ama ilk 3 bienali düzenleyen Türkiye’den iki küratörün deneyimleri ister istemez öne çıktı benim için. Özellikle Hale Tenger’in 3. Bienal’de sergilenen ve 1980 darbesinden sonra hakkında dava açılan ilk sanat eseri olma “ayrıcalığına” sahip yandaki işini paylaşabilmek için. "Böyle tanıdıklarım var" isimli bu eser, gün boyunca örnekler gösterilen bienal işlerinden benim aklıma kazınan oldu. 
Beral Madra’nın kendi kuşağı için bir direniş alanı olarak tanımladığı bienalin ilk zamanları, pek çok destekle ilerliyor. Lojistik ve haberleşme gibi teknik problemler var. Eserler nasıl getirilecek ya da götürülecek? Email yok, faks daha yeni yeni kullanılıyor. Konsolosluklar-elçilikler aracı oluyor. Devlet de yardım ediyor. Koleksiyonerler, galericiler de işin içinde. Hatta ilk bienalin sponsoru Asil Nadir, ikincisininki de Halil Bezmen. Eserlerde örtülü bir eleştiri var ama sanatçı tavrıyla ortaya konan bir duruş daha çok.
3. Bienal’in küratörü Vasıf Kortun’la birlikte bienal devletten, galeri ve koleksiyonerlerden ve hatta onun deyimiyle “akademi kalesinden” ayıklanıyor. Kendi istedikleri eserleri dayatan elçilikler de devre dışı kalıyor. “Ben devletle çalışmam. 1980 sonrasında insan nasıl olur da devlete gider ki? Benim aklıma bile gelmedi” diyor. Onun bu tavrı mekan seçimlerine de yansıyor. 1987 yılında ilk yapıldığında Madra’nın deyimiyle “dönemin yerleştirme estetiğine uygun biçimde” tarihi yarımadadaki mekanlar kullanılırken, Vasıf Kortun’la birlikte işler Sultanahmet’in dışına taşıyor; Feshane mekan olarak seçiliyor. İlk iki bienalin ardından Vasıf Kortun, sanki "nasıl olmaması" gerektiğinden yola çıkarak kurguluyor bienali. 
Örtülü eleştiriden, daha açık ve rahatsız edici işlere uzanan, sözlü kültürle birlikte görsel kültürün de yerleştiği, yavaş yavaş ama birikerek ilerleyen bir tarih… Ama hala tekin değil...