Bellek ve mimarlık arasındaki ilişkinin varlığı üzerine şekillenen ve bu ilişkinin, çocukluğun geçtiği ev bağlamında incelendiği bir doktora tezinden bahsetmek istiyorum. Özellikle, her biri bir “ev hikâyesi”ne dönüşen son bölümündeki alan araştırmasından.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Nilüfer Öymen Özak, “Bellek ve Mimarlık İlişkisi - Kalıcı Bellekte Mekânsal Öğeler” başlıklı çalışmasında, pek çoğu tanıdık 17 kişi ile görüşmeler yapmış. Ben, bu görüşmelerden elde edilen verilerin analizinden ya da tezin kavramsal çerçevesinden çok, katılımcıların, kendi çocukluk evimle örtüşen çağrışımlarını paylaşmak istiyorum.
Tıpkı birçoğumuz gibi, katılımcılar da bugün, çocukluklarının geçtiği evlerde oturmuyorlar. Hatta aynı şehirde bile değiller. Haliyle hepsinin, geriye dönüp hafızalarını yoklamaları gerekmiş; aşağıda gördüğünüz eskizler bile çizilmiş.
Sırasıyla Cengiz Solakoğlu, Çayhan Dervişoğlu, Suna Ezer |
Ev, hem dağınık imgeleri hem de imgeler bütünüyle, olumlu ya da olumsuz deneyimlerimizle kendi iç dünyamızı yansıtan ve sonraki yaşamımıza da taşıdığımız bir sembol gibi. Ortalama 3 senede bir yer değiştirdiğimizden, benim çocukluk evim, her yıl istikrarlı bir şekilde gittiğimiz Balıkesir/Gönen'deki ananemin evi. Şimdilerde olmayan bu evi çizemedim ama geçtiğimiz aylarda düzenlenen bir sergiye ait alttaki fotoğrafı neden sakladığımı artık biliyorum. Yaklaşık 200 sayfalık çalışmadan yaptığım alıntılar da, böyle bir çatının altında yaşananlara benziyor.
Reha Günay’ın eski İstanbul’un aynı yerlerinden ve açılardan çektiği, dünün ve bugünün fotograflarından oluşan "Kaybolan İstanbul" sergisinden |
Çayhan Dervişoğlu'nun çocukluk evinde, onu en çok etkileyen yer evin mutfağı olmuş. Mutfaktaki bakır sinileri, ateşi, ocaklığı, güğümleri hatırlıyor… Bu evdeki diğer hatıraları ise, evin yüksek ağır masif kapıları ve bu kapıların kocaman kilitleri… Köydeki bu evin bütün pencerelerinin aşağıdan yukarıya açıldığını anımsıyor.
Nihal Yeğinobalı: “…Bu evin en çok ‘evim’ oluşunu severdim. Dışarıdan gelirken uzaktan bu ev göründüğünde çok mutlu olurdum. Hiç kimsenin kendine ait bir odası yoktu. Her çocuğun ihtiyacı olan yalnızlığı, biz kendimiz hayaller kurarak üretirdik…” Nihal Hanım’ın çocukluğunda gitmeye en çok korktuğu yer evin tuvaletiymiş: “…Geceleyin tuvalete gitmeye korkardık, oturak kullanırdık. Kimi zaman kendimiz giderdik ya da annemizi kaldırırdık…” Araştırmanın katılımcılarından Nevin Sürmen de, tuvaletin evin dışında, hatta bahçe kapısına yakın bir yerde olduğunu, bu sebeple de gitmeye korktuğunu anımsıyor. Hatırladığı bir diğer detay da, her pazar banyo için hamama götürüldükleri… Sunay Akın’ın da banyo olarak hatırladığı şey aslında bir leğenden ibaret. Banyo yapılacağı zaman ortaya konulan bir leğen ve çok sıcak suyun haşlaması, çok soğuk suyun üşütmesi ile yaşanan arbedeyi anımsıyor…