27 Mayıs 2011

ADAMotu


Yine bir işbirliği.
Çavlan Erdost’un geçtiğimiz günlerde blogunda (pekguzelseyler.blogspot.com) paylaştığı Chad Wys’e ait resim ile geçtiğimiz sene Adalar Müzesi’nde çektiğim fotoğraf alt alta. İkisinin bir arada düşündürdüklerini tamamlayan ise, Hande Ortaç Aksoy’un son derece etkileyici öyküsü Kankurutan. Maalesef sığabilmesi için sıkıştırarak...
“Bu akşam Muhittin’le son yemeğimizi yiyeceğiz. Bu işi ancak bir ziyafet marifetiyle nihayetlendirmek bana yakışan bir son olacak.
...Liseden mezun olduğum günün hemen ertesi annemin hayat akademisinde çırak olarak işe başladım. Ustalığının gereği, ona annesinden, annesinin de anneannesinden ve yedi kuşak sülalesinden kulak memesi kıvamı gösterilerek, cızır cızır oluncaya dinletilerek, üç çorba kaşığı kadar oraya buraya çiziktirilerek aktarılan miras-ı marifetlerini bana öğretmekti. Benim hamurumdan bir kuşak sonrasının ustasını yaratabilmek için beni, beyaz iş bir örtü yaparmış gibi programlı, müthiş bir beceriyle ve derin bir sabırla eğitti. Bu süre boyunca sadece o konuştu, ben dinledim ve kaydettim.
Aslında yalnızca onun dedikleri kaale alındığı için o konuştu sayılır.  Ben de içimden bağrındım durdum. Yani Muhittin benim on sekiz yaşıma ait bir düş değil, daha çok annemin, akademisinden mezun olabilmem için biçtiği bir hedefti sadece.
Biz tanıştığımızda o otuzuna gelmiş bir devlet memuruydu. Benimse akademide ikinci yılımdı. Nasıl benim ailem -heyhat- yuva kurma yolunda ona zorluk çıkarmadılarsa, ben de ona yeni bir hayat kurma konusunda hiçbir problem yaşatmadım. Muhittin sağ olsun sadece geldi gittiyle ilgilendi. Tıpkı Zeynep’i evlendirirken ya da Mehmet’i Ankara’da yurda yerleştirirken olduğu gibi… Şimdi biraz kollestrol sıkıntısı var, en çok onunla ilgileniyor. Bu yaştan sonra yediklerine dikkat edeceksin Muhittin! Sadece bu akşamlık  senden ricam,  şu karnıyarığı yemen.
Planım düğün çorba ile hayırlı bir başlangıç yapacak, karnıyarığın ardına gizlenerek beklenmedik kuvvetli bir etki yaratacak, tel tel pilavın üstünden, son dakikada ısıtılarak servis edilecek olan irmik helvasına akacak ve şükür duasıyla nihayete erecek. Paravanın ardına gizlenmiş silahım ise adamotu.
Hüseyin Efendi'de adamotu bulunur muydu? Adı hem âdemotu olup hayat veren, hem kankurutan olup ömür tüketen bir bitkiyle olursa ancak benim işim olurdu. Hayatla ölüm arasındaki dengeyi ancak benim gibi terazisi hassas olan insanlar bulabilirlerdi, bu başkasının harcı olamazdı zaten. Ona göre ben dengeyi sağlamıştım; fakat bilmiyordu ki benim terazimde ölüm kefesi daha ağır basıyordu. Tahmin ettiğim gibi Hüseyin Efendi adamotu bulundurmuyordu ama beni hiç de şaşırtmayarak nerden bulabileceğimi bana tarif edebilecekti.
Hızlıca konuya girdim. Uzun süredir bir yemek tarifi üzerinde çalışıyordum ve bu nuh nebiden kalma tarifte adamotundan bahsediliyordu. Hiçbir yerde bulamamış ve en son manavım tarafından buraya yönlendirilmiştim. Uyuşturucu etkisi olduğu için herkese satılmaz, sadece sertifikalı tıpçılara verilirdi. Tarif, ölçü ile mi verilmiş yoksa göz kararı, avuç hesabı mı bildirilmişti? Hemen, tüm malzemelerin miktarının ölçü ile belirtilmiş olduğunu söyledim.  Bu  kök, bir insan görünüşüne sahip olduğu için ele alındığında dua okumak gerektiğinden bahsetti. Ben de evet dedim,  mutlaka okuyacağıma dair temennide bulundum.
Annemin bana evde geçirdiğim son gün tarifini verdiğinden beri, yani yaklaşık otuz beş yıldır aklımdan çıkaramadığım adamotunun nasıl bir şey olduğunu birazdan görecektim.  Annem hazır olduğuma, evden ayrılacağım son güne kadar kâni olamamıştı. En önemli bahsi en son güne saklamış ve artık bitmekte olan defterimin son sayfalarına tarifleri bizzat kaydettirmişti. Bir sonraki kuşaklara aktırılması gereken en son konu zehirlerle ilgiliydi. En çok üzerinde durduğumuz yöntemse ilk başta dikkat çekmeyecek, masum ve faydalı ama bir o kadar da ölümcül olan adamotuydu. Sülalemizdeki kadınların var olabilmek için zaman içinde geliştirdikleri bir yöntemdi bu. Kendi buldukları ya da bir şekilde öğrendikleri her türlü işe yarar formülü bir sonraki kuşaklara aktarmak. Bu şekilde yeni yetişenler, her şeyin zaman içinde denenmiş en mükemmel yolunu bildikleri için, girdikleri ailelerde ve çevrelerde en kısa zamanda itibar sahibi olabiliyor, tarihten gelen bu destek onların hayatlarını güçlendiriyordu. Ölüm de bunlardan biriydi. Hayat eğer çekilmez olur ise bunu yaratanı dikkat çekmeden ortadan kaldırmanın anneanne yolu, bana adamotu olarak öğretildi. Seçmediğim bir yolda işimi kolaylaştırmışlardı, şimdi de beni kurtaracaklardı.
Adamotu köksü bir bitkiydi. İnsan gibi kolları bacakları ve baş için bir çıkıntısı vardı. Bu çıkıntıları kesip bitkinin sadece gövdesi bırakılmalıydı. Morumsuydu. İşte bu noktada patlıcan ile kesişiyordu.
Yapmam gereken sadece sofranın hazırlanması değil, kendimin de hazırlanmasıydı. Bir tek eksik kalmıştı. O da yıllardır sürmekten kaçındığım kırmızı rujum. Beni en kadın hissettiren aksesuarım. Öncesinde Muhittin’le uğruna ne çok kavga etmiştim de menopozdan sonra sürmek aklıma bile gelmemişti. Kan akmayınca kendi kendime yakıştıramamıştım. Eski çantaların birinin iç cebinden buldum, çıkardım. Biraz bayatlamış olsa da dudaklarım pırıl pırıl oldu. Bu akşam yemeği Muhittin için hazırladım. Kırmızıyı kendim için kuşanayım. Kan dudaklarıma otursun.
Düğün çorbasıyla başlıyoruz yemeğimize. Ben bir yandan da tüm hayatımı en başından anlatıyorum.  Bu son gece, gevezeliğim üstümde. Sanki söyleyemediklerimin hepsini şu birkaç saate sıkıştırabilirmişim gibi cümleleri arka arkaya bağlıyorum. Mutfağa geçiyorum. Karnıyarıkları yayvan servis tabağına aktarıyorum. En son adamotundan yapılmış karnıyarığı alıyorum ve servis tabağının en soluna yerleştiriyorum.  O kadar benziyor ki patlıcanlara, ancak benim gibi ehil gözler anlayabilir aradaki farkı. Annemi ilk defa o an hürmetle hatırlıyorum. Defterin son yaprağına en son dakikada çiziktirdiği şeyler sayesinde bunca yıl sonra özgürlüğüme kavuşacağım.
Kendimden emin salona götürüyorum tepsiyi. Muhittin merakla neden böyle bir şeye kalkıştığımı anlayamadığını söylüyor, ona bir sürprizim mi var acaba? Zeynep ikinciye mi hamile yoksa? Ya da Mehmet bu sefer kesin boşanıyor değil mi? Servis tabağının en sağındaki patlıcanı Muhittin’in tabağına yerleştiriyorum. Sonra tabağın en solundaki adamotu karnıyarığı kendi tabağıma alıyorum. Muhittin benden cevap bekliyor hâlâ. Adamotu karnıyarıktan bir lokma alıyorum. Ben ölüyorum Muhittin diyorum. Yapabileceğin hiçbir şey yok. Şimdi yemeğimizin tadını çıkaralım.  Yaklaşık on beş dakika sonra safra kesem, mesanem ve rahmim genişleyecek. Yirmi dakika sonra gözbebeklerim büyüyecek, kalp atışlarım hızlanacak ve yarım saate varmadan kalp krizi geçireceğim. Sanırım tatlıya yetişebilirim. Ilık ve kıvamında irmik helvası tadacağım son şey olacak.”