16 Aralık 2011

Bilinçli/Bilinçsiz Hasta

Bu kaydın içeriğiyle örtüştüğünü düşündüğüm
kitap kapağı, Mehmet Öz'ün "Siz" serisinden!
Kasım ayından itibaren kanserle ilgili girdiğim 8 kaydın ardından bu dokuzuncusu da, tıpkı diğerleri gibi, hastalığı farklı bir tartışma noktasına taşıyacak ve bütünün önemli parçalarından birini oluşturacak. Zira Metis Yayınları’ndan çok yeni çıkan “Neoliberalizm ve Mahremiyet” isimli kitaptan, Ayşecan Terzioğlu’nun kaleme aldığı “Küreselleşme, Kanser ve Hastalık Anlatıları: Bilinçli/Bilinçsiz Hastadan Biyolojik Vatandaşlığa Geçiş” başlıklı çalışması, bize, kanseri toplumsal olanla birlikte değerlendirme olanağı verecek. Terzioğlu’nun; hastalık anlatısının paylaşımı konusundaki stratejiler, “kendi kendine yeten yalnız hasta” imgesi, kanser ve tedavisiyle birlikte ortaya çıkan cinsiyet rollerindeki değişimler ve tıp alanındaki sık kullanımından dolayı kanser hastalarının da önemli ölçüde içselleştirdiği bilinçli hasta-bilinçsiz hasta kategorileri gibi temalar üzerinde şekillenen makalesi, burada, benim önemli bulduğum üç tespitiyle, sınırlı bir biçimde temsil edilecek. Hem bu yazı, hem de Türkiye’de dönüşen mahremiyet algısını çeşitli alanlarda inceleyen diğerleri için, kitabı edinmeniz gerekecek.
KİŞİSEL/TOPLUMSAL-MAHREM/KAMUSAL: Kanser, son yıllarda Türkiye’de en çok konuşulan ve toplumsal görünürlüğü olan bir hastalık. 2000’li yıllarda kuş ve domuz gribi gibi salgın hastalıklar toplumda panik yaratarak, tıbbi ve politik tartışmalara sebep olsa da, bu hastalıklar gündemi yalnızca bir süreliğine işgal ediyor ve zaman içinde etkisini kaybediyor. Oysa kanser, şehirleşme, sanayileşme, yaşamın hızlanması ve bireyselleşmesi gibi günümüz toplumunun yapısını belirleyen süreçlerle de özdeşleştiği için “bugünün hastalığı” olarak tanımlanıyor. Kanserin sebepleri gibi, kanser hastalarının hastalık deneyimleri de Türkiye’de yaşanan toplumsal değişimler ve sorunlarla yakından ilgili; dolayısıyla “kanser” anlatıları çoğu zaman bu ülkedeki ve dünyadaki siyasal ve toplumsal süreçler hakkındaki değerlendirmelerle iç içe geçiyor. Kanser hastalarının hastalık anlatılarında ve bu hastalık üzerinde oluşturulan toplumsal ve tıbbi söylemlerde, kişisel ve mahrem olanın toplumsal ve kamusal olanla böylesine iç içe geçmesi, bize kanser anlatıları üzerinden farklı bir toplumsal okuma yapma olanağı veriyor.
BİREYSEL SAĞLIK/HALK SAĞLIĞI: 1980 sonrası, neoliberalizm ve küreselleşmeyle birlikte gelen özelleştirme süreci, Türkiye’de 90’larda birçok özel hastanenin açılmasına sebep oldu ve devlet giderek sağlık alanındaki etkinliğini azaltarak, uygulayıcıdan denetleyici konumuna geçti. Bugün Türkiye’deki hantal, bürokratik, kalabalık ve reformlara rağmen kendini tam olarak yenileyemeyen devlet hastaneleri ve küçük bir gruba hizmet eden lüks ve pahalı özel hastanelerin arasındaki farklılıklar, bu gelişmelerin bir sonucu. Sağlık alanında ülkenin kırsal ve kentsel bölgeleri, doğusu ve batısı arasındaki bölgesel ve ekonomik eşitsizlikler, özelleştirmeyle oluşan yeni sağlık anlayışıyla birlikte iyice arttı. Bu anlayışa göre çevre ve halk sağlığı dalları tıp alanında giderek önemini yitirirken, insan sağlığını etkileyen iş ve yaşam koşulları da tıp tarafından daha az göz önüne alınır oldu. Devletin sağlık hizmetlerine erişimde eşitliği sağlama rolünün de azalmasıyla beraber, sağlık giderek temel bir insan hakkı olarak görülmekten çıkarak, kişinin kendi sorumluluğunda olan bir konu haline geldi. Birey, sağlığını korumak, hastalıklardan kaçınmak ve hasta olduğu zaman en etkin tedavi biçimine ulaşmayı bilmek, bu konularda en doğru bilgilere nasıl ulaşacağını öğrenmek zorunda. Bu, onun sağlık konusundaki temel mesuliyeti. Bu anlayış medyada da vurgulanıyor ve yeniden üretiliyor. Bireyin hastalıklardan korunmak için neler yapması gerektiği konusundaki “uzman” doktor görüşleri, sağlık alanındaki eşitsizlikler, ayrımcılıklar veya iş ve çevre sağlığı haberlerinden çok daha fazla yer buluyor.
BİLİNÇLİ/BİLİNÇSİZ HASTA: Türkiye’de bilimsel bilginin üstünlüğüne inanmanın modernlik ve iyi vatandaşlıkla özdeşleştirilmesi, tıp uzmanları ve toplum arasındaki ilişkiyi de etkiliyor. Buna göre Türk modernitesinin içerdiği iyi vatandaş ve “ötekiler” ayrımının, tıp alanına bilinçli ve bilinçsiz hasta olarak yansıdığını söyleyebiliriz. İyi ve kötü hasta anlamına da gelen bu ayrımı doktorlar, kolay iletişim kurulabilen hastaları diğerlerinden ayırabilmek için yaptıklarını söylüyor. Bilinçli hastayı onlarla aynı dili konuşan, şehirli, eğitimli ve hastanede nasıl davranacağını bilen hasta şeklinde tanımlıyor. Bilinçsiz hasta ise cahil, eğitimsiz, köylü, batıl inançlı ve doktorları yeterince takdir etmeyen hastaya karşılık geliyor. Bu ayrım doktor ve hemşirelerin hastalara karşı tutum ve davranışlarını, hatta kanser hastalarının diğer hastalarla yakınlık kurma stratejilerini de belirliyor.