3 Aralık 2011

Yastık

Yastık, sadece "uyumaya" yardım eder!
“Kanserden kurtulmanın yollarını arayan bir hasta ya da ona nasıl daha faydalı olabileceğini araştıran hasta yakını mısınız? Hastalığın tekrarlamasından, normal hayata tekrar adapte olamamaktan mı korkuyorsunuz? Kanseri yenen Phil Kerslake’nin kaleminden bu kitap, kanserle nasıl başa çıkabileceğinizi, gerçek bir savaşçının ne demek olduğunu, istek ve arzularınızı nasıl eyleme dönüştürebileceğinizi, daha dengeli ve anlamlı bir yaşam için neler yapmanız gerektiğini anlatıyor.” 
"Life, Happiness and Cancer/Hayat, Mutluluk ve Kanser" isimli kitabın arka kapağında böyle yazıyor. Yeni Zelanda'nın ünlü simalarından Kerslake kitapta, “basit ama etkili” olarak gördüğü 4 yöntemden birinde ise, şöyle öneriyor: 
“Öfkeyi dışarı vurmanın pek çok yolu var. Örneğin bir yastık bu amaca hizmet edebilir. Eğer yumruklamak sizin tarzınız değilse, yastığı parçalara ayırabilirsiniz. İyi hissetmediğinizde yastığa bağırabilir veya çığlık atabilirsiniz. Ayrıca kendinizi fazla yormayacak fiziksel egzersizler yapabilir; koşu, bisiklet, yoga, bahçe ya da sizi öfkeden uzak tutup meşgul edecek herhangi bir şey deneyebilirsiniz.”
Hayat ve mutluluğu yan yana getiren ama kanseri ondan ayrıştıran kitabın başlığının aksine, kanseri ve beraberinde getirdiklerinden biri olan ölümü, “yaşamın her dakikasının ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatan bir işaret” olarak algılamadığımdan ve “normal hayat”a karşılık gelenleri zihnimde sıklıkla evirip çevirdiğimden, yukarıdaki satırları başka bir kitapla ilişkilendirerek okumak istiyorum. Zira Fransız tarihçi Philippe Aries'in “Batılının Ölüm Karşısında Tavırları” başlıklı kitabının 1997 yılında Virgül’de yayınlanan eleştirisi, bu yaklaşımı anlamak için önemli:
“Aries, Batı uygarlığının ölüme bakışının Ortaçağ başlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar fazla değişmeden kaldığını söyler. Bu bin yıla yakın süre içinde ölüm, insanlar için yakın ve tanıdık bir şeydir; bir kaderdir, insanın kişiliğini yok eden değil, uykuya yatıran bir kaderin farkına varılmasıdır. Bu yüzden ölüm döşeğindeki kişinin kendisinin de katıldığı kamusal bir tören, kolektif bir ayin olarak yaşanır. İnsanlar evlerinde ölür; ölmekte olan kişinin odasına o kişinin yakınları, hatta çocuklar da girebilir. İnsanlar yakınlarının ölümüne olduğu kadar kendi ölümlerine de yabancı değildir. Batılının ölüm karşısında tavırları, ölümle kurulmuş bu tanıdıklığın değişmesinin hikâyesidir.
Aries'e göre 18. yüzyıl sonuna doğru şehirlerde ilginç bir gelişme yaşanır. Kişinin kendisinin değil de başkasının ölümünün önem kazanmasıyla birlikte ölüm, daha romantik bir dille ele alınmaya başlanır. Ölen kişinin sözcük ve hareketleri önceki dönemlerde olmadığı kadar önem kazanır, ölüm daha gösterişli bir dekorla kuşatılır, adeta aşırılaşır, kişisel bir kült olmaya doğru ilerler. 18. yüzyıl sonundan başlayarak bugüne kadar süren bu tavır, Aries'e göre kaynağını Hıristiyanlıkta değil, pozitivizmde bulmuştur; yurtseverliğin, milliyetçiliğin ifadesi olan bu ölüm kültü, ölümün yüceltilmesini, duygusallaştırılmasını içerir. Aries 19. yüzyılda ölümün her yerde görülmesinin (cenaze törenlerinin, kabirlerin, mezar ziyaretlerinin, matem kıyafetlerinin ve matemin kendisinin daha gösterişli hale gelmesinin, mezarlıkların kapladığı alanın büyümesinin) aslında bir körelmeyi, ölüm karşısındaki tanıdıklık duygusunun körelişini gizlediğinden söz eder. Sonunda bu etkileyici dekor yıkıldığında, ölüm adlandırılamaz hale gelmiş, insanın tevekkülle karşıladığı tanıdık bir son ya da romantik dönemde olduğu gibi dramatik bir simge olmaktan çıkıp, adını bile koyamayacağımız kadar korkunç, bastırılması gereken, utanç verici bir şeye dönüşmüştür. Ölüm döşeği, ölenin yakınlarının ve toplumun iyiliği için evden hastaneye taşınmıştır. Aries'e göre ilk kez 20. yüzyıl başında ABD'de ortaya çıkan, oradan endüstrileşmiş Avrupa'ya yayılan bir yasaktır bu: Ölümün çirkin yüzünün mutlu bir hayatın ortasında belirivermesinin doğurduğu rahatsızlığı, büyük ölüm sahnesinin hayatta kalanlarda uyandırdığı can sıkıntısını, duygu patlamasını ortadan kaldırmak için ölüme yasak konması gerekir. Batılının ölüm karşısında tavırları bu yasağın hikâyesidir.”