6 Aralık 2011

Doğal Ölüm


Bu kaydı; hastaları, hasta yakınları ve çalışma arkadaşları üzerinde tuhaf bir iktidar kuran annemin doktoru ile yaptığım görüşmenin akabinde giriyorum. “Şeytansı ölümün tüm formlarının çok yönlü dışlanmasına nüfuz etmediğimiz sürece, toplumsal düzenlenişimizin derin yapısını tam olarak kavrayamayız” diyen Ivan Illich’in, 2004 yılında Cogito’da yayınlanan makalesini, düşsel nitelikleriyle birlikte bir dehşet kaynağı olmayı sürdüren ölüm kavramının, hem kişisel olarak karşılıklarını bulmak hem de toplumsal gelişim kavramıyla nasıl iç içe geçtiğini anlamak için paylaşıyorum:
Bu kaydın ikonografik bir ifadesi olarak, annemin en son çekilen MR'ından bir kesiti, bozarak, metnin düşündürdükleri doğrultusunda kullanmayı uygun buldum.
“Tüm toplumlarda baskın ölüm imgesi yaygın sağlık kavramını belirler. Belirsiz bir tarihte gerçekleşecek belli bir olayın toplumsal yönden koşullanmış beklentisi olarak böylesi bir imge; kurumsal yapılar, köklü mitoslar ve hakim toplumsal karakter tarafından şekillendirilir. Bir toplumun ölüm imgesi, o toplumun insanlarının bağımsızlık, kişisel bağlılık, özgüven ve canlılık düzeyini gözler önüne serer.
… 'Doğal ölüm' imgesi, yani ileri bir yaşta ama henüz sağlıklıyken tıbbi gözetim altında öleceğimize yönelik beklenti, çok yakın bir dönemde ortaya çıkmış bir idealdir. Ölüm imgesi geride bıraktığımız beş yüz yıl içinde beş ayrı aşamadan geçmiştir. Bu gelişimin her aşamasında yeni bir dizi tepki geliştirmiş ve giderek tıbbi bir kimliğe bürünmüştür.
…Doğal ölümün tarihi, ölüm karşısında verilen mücadelenin tıbbileşmesinin tarihidir.
Doğal ölüm anlayışının ortaya çıkması, ölüme ve hastalığa yönelik yeni tavırların gelişmesine neden olmuştur. Bu tavırlar 17. yüzyılın sonlarında yaygınlaşmaya başlar. Ortaçağ boyunca insan bedeni kutsal sayılmıştır; oysa artık neşter cesedin her bölgesine girme hakkı kazanır. 19. yüzyılda yeni bir değişim geçirerek, artık yalnızca, hem sağlıksız hem de yaşlı olan kişide doğal görülür; bunun dışında her ölüm, “zamansız”dır. Artık ölümün, sebebi doktorun tanımladığı belirli hastalıkların sonucudur.
…Ölüm belirsizleşerek metaforik bir biçim alır, onun yerine katil hastalıklar gelir. Ölüm kavramı altında değerlendirilen genel doğa gücü, klinik ölüme neden olan bir dizi özel etkene dönüşür. Bu kez sayısız “ölüm” ortalıkta gezinmeye başlar. Doktorların bazı hastalıkların gelişimini engelleyebileceğine yönelik umut, ölümün üstesinden gelebilecek güçte olduklarına ilişkin mitosların doğmasına neden olur. Söz konusu mesleğe atfedilen yeni güçler, klinisyenin toplumsal konumunda bir değişim getirir.
…Ölümün tıbbileşmesi aracılığıyla, sağlık hizmetleri diğer tüm inançları dışlayan bir dünya dini haline getirilmiştir, bu dinin kuralları zorunlu derslerde öğretilir ve ahlaki çerçevesi, çevrenin bürokratik yeniden yapılandırılmasına uygulanır; cinsellik bile kitabına göre yaşanır, hijyen kaygısı yüzünden, iki kişinin bir kaşığı paylaşması kötülenir.
…Bugün 'doğal ölüm', artık organizmanın tedaviyi reddettiği ana dönüşmüştür. İnsan artık son nefesini vermiyor ya da kalbi durduğu için ölmüyor; elektroansefalogram düz bir çizgi çizdiği zaman ölüyor. Toplumsal anlamda kabul gören ölüm, insan yalnızca üretici olarak değil, aynı zamanda tüketici olarak da işe yaramaz hale geldiği zaman gerçekleşiyor. Yani büyük emek verilerek eğitilen bir tüketicinin, tamamen kaybedildiğini kayda geçirmekten başka çare kalmadığında. Ölüm tüketici direnişin nihai biçimi kabul ediliyor.
…Geleneksel olarak ölüm karşısında en korunaklı konumda bulunan kişi, toplumun ölüme mahkum ettiği kişidir. Onun ne zaman ve hangi kesip biçmelerden sonra öleceğine, sağlık sistemi aracılığıyla eylemde bulunan toplum karar verir. Toplumun tıbbileşmesi doğal ölüm çağının sonunu getirmiştir. Batılı, kendi ölümünü yönetme hakkını yitirmiştir. Sağlık ya da özerk mücadele gücü ondan esirgenir, son nefesinde bile. Teknik ölüm, ölme karşısında bir zafer kazanmıştır. Mekanik ölüm, diğer tüm ölümleri yenmiş ve yok etmiştir.”