19 Aralık 2011

Kanser=Hediye


Bir önceki kaydı takip edip, Ayşecan Terzioğlu’nun kaleme aldığı “Küreselleşme, Kanser ve Hastalık Anlatıları: Bilinçli/Bilinçsiz Hastadan Biyolojik Vatandaşlığa Geçiş” başlıklı çalışmadan küçük bir alıntıyla başlayalım:
“Doktorlar kanser hastalarına sıklıkla morallerini yüksek tutmalarını söyler; bunu yapabilmeyi bilinçli bir hasta olma kıstası sayarlar. Buna göre yüksek moralli bir hastanın kendine yetmesi ve başta doktorlar olmak üzere, sorunlarını diğer kişilere mümkün olduğunca az yansıtması gerekir. Oysaki kanser hastaları, tedavi sürecinde hayatlarında önemli kopmalar, kırılmalar ve kayıplar yaşarlar; bu değişimler onların bedenleriyle olan ilişkisini, ruh halini, toplumsal ilişkilerini ve kimliklerini etkiler.
…İçselleştirilen bu bilinçli ve bilinçsiz hasta tanımları, kanser hastalarının birbirleriyle yakınlık kurma stratejilerini de önemli ölçüde etkiliyor. Bilinçli olarak tanımlanan hastalar, bilinçsiz hastalarla yakınlaşmaktan kaçınmalarının nedenlerini, sürekli şikâyet ederek morallerini bozmaları olarak gösteriyor. 30 yaşlarında meme kanseri hastası Figen, bu kaçınma eylemini ‘Muayenemi beklerken üzüntüsünü diğerlerine bulaştıran hastalardan uzak duruyorum. Hiç çekemem onları! Orada hepimiz kanser hastasıyız, hepimizi üzen şeyler var ama ağlayan sızlayan hastalar, hem diğer hastaların hem de doktor ve hemşirelerin moralini bozuyor, hepimizi sinir ediyor’ şeklinde anlatıyor.”
Terzioğlu bu tespitini, görünürlüğü ile ters orantılı biçimde dilsiz olan bu hastalıkla ilgili farklı toplumsal analizler için kullansa da, bu paragraftan hareketle ben, şikâyetin ihanet gibi algılandığı “pozitif düşünce dünyası”na yakından bakmak istiyorum. Bu dünyayı temsilen seçtiğim yukarıdaki kitapların hepsi; “Kanser şimdiye kadar başıma gelen en iyi şey,” “Kanser bana yeni bir hayat verdi,” “Kanser, yaşamın ne kadar değerli olduğunu anlamamı sağladı; gözlerimi açtı,” “Kanser gerçekten yaşamak istediğiniz türden bir hayat için bilet,” “Kanser sizi tanrıyla buluşturan, ilahi olana götüren bir araç,” gibi ifadelerle, kanseri “hediye” gibi algılayan içeriklere sahip. Bu ortak dilin neye karşılık geldiğini anlamak için, başka bir kanser anlatısına kulak vermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, meme kanseri hastası Barbara Ehrenreich ile geçtiğimiz yıl Guardian’da yapılan röportajın kısa bir bölümünü paylaşıyorum:
“Aylarca süren kemoterapi seanslarım sırasında, pozitif düşünce ve davranışın ne kadar gerekli olduğuna dair ifadelerle; web siteleri, kitaplar, onkoloji hemşireleri ve birlikte tedavi aldığım diğer hastalar sayesinde sıklıkla karşılaştım. Kurtuluşun buna bağlı olduğuna duyulan inanç, artık kendiliğinden kabul edilen bir önerme. Bağışıklık sistemi, kanser ve duygular arasında bir dakika düşünmeden kurulan bu ilişki, ‘uzman’ görüşleri ve ‘bilimsel’ araştırmalarla da destekleniyor. Böylece davranış bilimciler, yaşam koçları ve kişisel gelişim kitapları yazmaya can atan insanlar için önemli bir pazar yaratılıyor. Bu evrene ait olmayan herhangi bir görüş, hastalar da dahil olmak üzere, tehdide dönüşüyor.  
Bir gün mesaj panosuna, kemoterapinin güçten düşüren yan etkileri, sigorta şirketleri ve çevresel koşullara dair şikâyetlerimi içeren bir not bıraktım. Öfke başlığı altında listelediklerime pembe kurdeleyi de ekledim! Sigorta şirketi ile girdiğim mücadeleyi destekleyen birkaç satırın dışında, genellikle sitem aldım. Bir arkadaşım, ‘Bu tavrından hoşlanmadım, nihayetinde sana da bir faydası olmayacak’ dedi. Daha toleranslı bir diğeri, hayatımın bu noktasında, tüm enerjimi huzurum için harcamam gerektiğini ve ne kadar yaşarsam yaşayayım, öfke ile yaşamanın tam bir israf olduğunu söyledi.
…Pozitif düşüncenin, kanseri bir trajediden çok tıpkı menapoz gibi hayatın normal aşamalarından biri oyarak algılama eğilimi, yaygın meme kanseri söyleminin bir parçası. Burada hastalık ehlileştirilmekle kalmıyor, kanserin kaçınılmaz kayıplarına karşı duran kadınlar, aynı zamanda ödüllendiriliyor. Kemoterapinin zayıflatan/sıkılaştıran etkisi ve daha gür çıkan saçlarla kadınlar, daha seksi ve fark edilir oluyorlar! Şunu söyleyebilirim ki, meme kanseri beni daha sevimli, daha güçlü ya da daha kadınsı yapmadı. Eğer kanser bana bir ‘hediye’ verdiyse bu, bizi gerçeği inkâr etmeye, acıyı neşeyle kabul etmeye ve kendi kaderimiz için kendimizi suçlamaya zorlayan ideolojik baskıyı fark etmem oldu."