Jun’ichiro Ishii - Çaydaki Denge |
Özer, uzun yıllar Batı’da “girişleri tutulmuş” sanat merkezlerini epey zorladıktan sonra, kendi merkezini yaratmaya karar vermiş ve Doğu’ya gitmiş. Türkiye’nin her iki tarafta olma hali üzerinden Çanakkale Boğazı’nı İstanbul Boğazı’na alternatif olarak konumlandırmış ve Çanakkale Bienali’ni, Türkiye’den pek çok sanatçının yanında, Özer’in daha önce bienaller düzenlediği Orta Asya-Avrupa ve Balkanlar’dan davet ettiği sanatçılarla gerçekleştirmiş. Belli ki bir ihtiyaçtan doğan bu arayış, sanat için farklı bir dil ve yeni merkezler yaratmış. Kentlerin kendilerini tanıtma/pazarlama unsurlarından biri olarak araçsallaştırılması eleştirilerine maruz kalsa da, “taşradaki bienaller” oldukça önemli. Örneğin şu sıralar ilki 2008 yılında yapılan Antakya Bienali’nin ikincisi devam ediyor. Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Sinop Bienali, Karadeniz’in en önemli sanat organizasyonu. 2. Çanakkale Bienali ise geçtiğimiz günlerde sona erdi. Mardin Bienali ise bu yıl ilk kez yapıldı. Dünyada düzenlenen 200’e yakın bienal arasında yer alan ve yıllar içinde sanat takviminin önemli bir yerinde duran İstanbul Bienali ise, sanat ortamına hem ivme kazandırıyor, hem de eleştirilerin öznesi olmaktan kaçamıyor.
Son olarak, bu yazının başlığı için bana ilham veren yeni bir serginin duyurusu yapmam gerek. Lise yıllarından tanıdığım Serdar Kaynak, 3 Kasım’dan itibaren Nişantaşı Artisan Sanat Galerisi’nde, kendi ifadesiyle “taşrada yaşayan bir heykeltıraşın” eserlerini sergiliyor olacak.