21 Ocak 2011

Bakış

1957 yılında, onuruna verilen bir yemekte Sophia Loren’in Jayne Mansfield’e bakarken çekilen bu fotoğrafını, bir sayfadan öbürüne atlarken, “internet çağrışımları” sayesinde buldum; tesadüf gibi görünse de, muhtemelen bir düşünceden başka bir düşünceye iz sürerken.
Genellikle “kıskançlıkla” etiketlenen ve karikatürleştirilen bu bakışı, katmanlarını tek tek soyarak, toplumsal cinsiyete sahip bir iktidar biçimi olarak yorumlamak mümkün olabilir mi? 
Hem Mansfield’e bakan Loren, hem de ikisine birden bakan bizler için…
Elbette benim yüklediğim anlamlarla sınırlı olamayacak bu fotoğrafa, gündelik hayata sızan ve kanıksanan kodlarla yüzleşme alanları açmak için bakılabilir. Simone de Beauvoir’ın dediği gibi, eğer kadın, doğulmayıp kültürel kurgular ve seçimlerle olunan bir şeyse, yeniden farklı biçimlerde kadınlığı kurmak da olanaklıdır.
Ben de,  Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Müge Özbay Aydoğan’ın, “Kadın Beden Kurguları ve Temsiliyet” başlıklı 2006 tarihli tez çalışmasından Laura Mulvey, John Berger ve Luce Irigaray’a ait aşağıdaki değerlendirmelerin, bu fotoğraftaki hayaletleri görünür kılmaya rehberlik edebileceğini düşündüm:
  • Bakmak bir iktidar konumudur. Bedenlerin şekillendirilmesine, eğitilmesine ve homojenleştirilmesine yol açar.
  • Etkin erkek bakışı, kendi fantezilerini edilgen kadın figürü üzerine yansıtır ve onu bu şekilde biçimlendirir.
  • İzleyen ve izlenen olarak ikiye bölünen kadın varlığı, yaşantısının her anında içselleştirdiği erkek bakışıyla kendi görünüşünü denetler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye – özellikle görsel bir nesneye – seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur. Erkek bakışını ve dolayısıyla iktidarı içselleştirerek, bedenlerini ataerkil ötekinin gözünden yaşar ve kendini gözetim altında tutar.
  • Dişil olarak tanımlanan tüm tavırlarına kadar, iktidarı ve erkeğin bakısını içselleştirmiş olan kadın,  bedenini öteki tarafından gözetleniyormuş gibi deneyimler. Böylece aslında iktidarın etkisiyle oluşan bazı söylemler, arzular ve jestler, kadını yapan asıl öğelermiş gibi görünürler. Kendisini erkek özneyle özdeşleştirdiğinde ise, bir kat daha nesneleşmiş olur.