17 Ocak 2011

Duvar

Kendi görsel dünyasını The New Yorker, The New York Times Magazine gibi dergilerde paylaştıktan sonra, geçtiğimiz senelerde ailesiyle birlikte doğduğu kent Almanya’ya dönen grafik tasarımcısı Christoph Niemann’ın, The New York Times’ın internet sitesinden takip edebileceğiniz blogundan bir alıntı yapmak istedim bugün. Bir röportajında “işaretlerin, sembollerin, tabloların görsel diline duyduğu hayranlığı” ifade eden Niemann, 11 senenin sonunda döndüğü evinde, en iyi bildiği dili, bu kez kendi kişisel hikâyesini anlatmak için kullanıyor. Ben içlerinden kendi iç dünyamdaki seslerin, hareketlerin, duygu ve düşüncelerin bir karşılık bulduğu “Over The Wall”u seçtim. Diğerlerine kıyasla, her bir kareye eşlik eden yazılara, en çok bu çalışmasında ihtiyaç duymuş görünüyor.
Christoph Niemann, Over The Wall
  • 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı yıkılıyordu; bense televizyonun karşısında şaşkındım.
  • Duvar her zaman oradaydı. 18 yaşımın bakış açısıyla, sanki hep de orada olacaktı. O kadar şaşırtıcıydı ki, haberler sanki Avrasya ve Kuzey Amerika kıtaları bir gecede, tersine istikamette birbirlerine doğru hareket etmiş de, bundan böyle Hamburg ve Boston arasında rahatça yürünebileceğini bildiriyordu.
  • Milyonlarca insan sokaklardaydı. Duvarın üstünde dans edenler, tanımasalar da birbirlerine sarılanlar, hem gülen hem ağlayanlar… Daha duygusal bir sahne olamazdı.
  • Bölünmüş Berlin’i en son 1988 yılında ziyaret etmiş, şehrin ürkütücü absürtlüğünü iliklerime kadar tecrübe etmiştim. Batı’dan bindiğiniz metro, çok canlı hatırladığım Doğu’daki 23., 28. ve 33. caddedeki hayalet istasyonlarda durmuyor, yavaşlıyordu. Bu kısa sürede ağır silahlarla donanmış “düşman” askerlerle göz göze geliyor, yolculuğunuzun sonunda meydana çıkıyor, sanki hiçbir şey olmamış gibi simit ve gazetenizi alıyor, yolunuza devam ediyordunuz.
  • Döndüğümüzden beri evin onarım çalışmaları bir türlü bitmediğinden ve pusetinde uzun yürüyüşler yaptığında ancak sakinleşen huysuz bir bebeğimiz olduğundan, yeni yaşam alanımızı bol bol keşfetmeye çıkıyorduk. Duvar için yapılan anıtın üstünde yer alan fotoğrafları, bu zamanların birinde gördüm. Evleri ve her gün kullandıkları kaldırımları arasında bir sabah uyandıklarında dikenli teller gören ve sahip oldukları her şeylerini, ailelerini ve arkadaşlarını bırakıp, Batı tarafına geçmek için pencerelerden atlayan insanların fotoğraflarını. Alt katlar duvarla örülünce daha yükseklere çıkıp atlayanları. Ida Siekmann, 59. yaş gününden bir gün önce, 22 Ağustos 1961’de apartmanının 3. katından atlayıp tam da burada ölmüştü. O, duvarın ilk “resmi” kurbanıydı. Bense, sadece birkaç saat uyuyabildiğim ve bir türlü bağlanamayan internet için sızlanıyordum!
  • Bugün restoranlar, dükkânlar ve galerilerle çevrili bu alan, sahne olduğu dramı anlamayı zorlaştırıyor. Çocuklarla birlikte oynadığımız kum havuzunun birkaç adım ötesinde, 57 kişi açtıkları tünelle kaçmayı başarıyor. Bir diğer fotoğrafta yeni evli bir çift, tellerin arkasından el sallıyor yakınlarına. Sonra kendi ailelerimizi düşünüyorum, torunlarını görebilmek için sadece bir trene atlamalarının yeterli olduğunu.
  • İlk zamanlarda dikenli tellerle belirlenir sınır. Hatta Doğu Alman Ordusu’ndan 19 yaşındaki Conrad Schumann’ın bu sınırı korumakla görevlendirildiği sırada, koşarak tellerin öteki tarafına geçişi, en dramatik fotoğraflardan biridir. Yakın zamanda fark ettim ki, ben de burayı sıklıkla “koşmak” için kullanıyorum!
  • 28 yıl boyunca Berlin Duvarı, dünyanın en korkutucu ve geçilmez sınırı oldu. Bugün ise yerinde, renkli tuğlalarla döşenmiş, duvarın eskiden nerde olduğunu işaretleyen bir iz var. Ne zaman bisikletimle bu yapay “yara”nın üstünden geçsem, gözlerimi kapatıp, bu küçük ve aciz tümsek için şükrediyorum.